Meme Kanseri İlacı Tamoxifen Akciğer Kanserinde de Etkili

KanseriTedaviEt.com | Perşembe, Ocak 27, 2011 | 0 yorum »

Akciğer KanseriBazı meme kanseri türlerinin tedavisinde kullanılan Tamoxifen adlı ilacın, akciğer kanserine yakalananlarda da etkili olabileceği belirlendi.

Amerikan ''Cancer'' dergisinde yayımlanan araştırmaya, 1980-2003'te meme kanserine yakalanan, yüzde 46'sı antiöstrojen tedavisi gören 6 bin 655 kadın katıldı.


Katılımcıların durumunu 2007'ye kadar izleyen Dr. Elisabetta Rapiti ve ekibi, antiöstrojen tedavisi görenlerin akciğer kanserinden ölüm riskinin yüzde 87 az olduğunu gördü.

Meme Kanseri İlacı Tamoxifen Akciğer Kanserinde de EtkiliRapiti, sonuçların akciğer kanserine hormon etkisinin söz konusu olabileceğine dair tezleri güçlendirdiğini belirterek, başka araştırmaların da bu sonuçları doğrulaması ve akciğer kanserine yakalananların yaşam süresinin antiöstrojenlerle artabileceğini göstermesi durumunda yeni tedavi yöntemlerinin geliştirilebileceğini söyledi.

Daha önce yapılan araştırmalar, menopoz nedeniyle östrojen tedavisi gören kadınların akciğer kanserinden ölme riskinin daha fazla olduğunu göstermişti.

Tamoxifen, meme kanserinin tedavisinde ve meme kanserinin oluşmasını engellemekte kullanılan en yaygın antiöstrojen ilaç.

Kaynak : ntvmsnbc

Bu yazı KanseriTedaviEt.com'da yayınlanmıştır - Meme Kanseri İlacı Tamoxifen Akciğer Kanserinde de Etkili

Yazının devamı için tıklayın...

Çok Sıcak ve Hızlı Yemek Mide Kanseri Riskini Artırıyor

KanseriTedaviEt.com | Perşembe, Ocak 20, 2011 | 0 yorum »

Mide KanseriMide kanseri ile beslenme ilişkisinin araştırıldığı çalışmada, yemekleri çok sıcak yemenin 3.3, çok hızlı yemenin ise 5.4 kat risk yarattığı belirlendi. Çalışmada, yiyeceklere fazla tuz eklenmesinin 4.2, gün aşırı tuzlu ayran tüketiminin 1.8, tuzlu tereyağının 1.5, her gün ve her öğün turşu yenilmesinin 7 kat; sucuğun haftada 1-2 kez tüketilmesinin 3, haftada 1-2 kez hamur tatlısı tüketilmesinin 7.5 kat risk taşıdığı belirlendi.

Yeşil yapraklı sebzelerin, soğan ve sarımsağın günde bir kez tüketilmesinin ise mide kanseri riskini azalttığı, helikobakter piloriden korunulması ve tanı halinde mutlaka tam tedavinin şart olduğu ifade edildi.

Hacettepe Üniversitesi (HÜ) Onkoloji Hastanesi Başhekimi ve Medikal Onkolog Prof. Dr. Şuayib Yalçın, beslenme şekli ile mide kanserinin birbiri ile ilişkili olduğunu söyledi.

Mide kanserinde tedavi seçeneklerinin kısıtlı olduğunu, bu nedenle koruyucu hekimliğin önem kazandığını vurgulayan Yalçın, beslenme şekli, yaşam tarzı değişikliği ve tütün kullanımının sonlandırılması ile riskin önemli ölçüde azaltılabileceğini ifade etti.

Çok Sıcak ve Hızlı Yemek Mide Kanseri Riskini ArtırıyorYalçın, mide kanseri tanısı konmuş yetişkinlerin beslenme ve yaşam tarzına ilişkin alışkanlıklarının mide kanseri riski üzerine etkilerini değerlendirmek amacıyla yapılan çalışmada önemli sonuçlar elde edildiğini belirtti.

Çalışmada, tüm katılımcılara beslenme alışkanlıklarını ve besin tüketim sıklığını saptayacak nitelikte bir anket uyguladığını belirten Yalçın'ın verdiği bilgiye göre, katılımcılar çalışmadan 3.5 ay önce tanı konulan hastaları kapsıyor.

Çalışmada, tanı almadan önce mide kanserli hastaların yüzde 55.7'sinde bir ya da daha fazla tanı konmuş mide hastalığının varlığı dikkat çekiyor. En sık görülen mide hastalıklarının başında yüzde 50.9 gastrit ile yüzde 44.1 ülser geliyor. Mide kanserli hastaların yüzde 12.3'ününe, kontrol grubundakilerin ise yüzde 8.5'inin ailesinde mide kanseri öyküsü bulunuyor.

SİGARA VE ALKOL KULLANIMININ ETKİSİ BÜYÜK

Çalışma grubunda sigarayı bırakan ve hala içen kişilerin yüzde 59,4'ünün, 13-23 yıl boyunca günde 13-22 adet sigara içtikleri belirtiliyor. Kontrol grubundakilerin yüzde 55,7'sinin de 11-23 yıl 8-12 adet sigara içtiği ifade ediliyor.

Öte yandan, her iki grupta alkol kullanma oranları çok fazla olmamakla birlikte, mide kanserli hastaların tükettikleri alkol miktarının kontrol grubundakilerden anlamlı derecede fazla olduğu vurgulanıyor.

FAZLA TUZ TÜKETİMİ MİDE KANSERİNİ TETİKLİYOR

Çalışmanın en dikkat çekici sonuçları ise şöyle:

''Çok hızlı yemek, mide kanseri riskini yaklaşık 5.4 kat arttırıyor. Yemekleri çok sıcak yemek, istatistiksel açıdan önemsiz olmakla birlikte 3.3 kat risk yaratıyor. Yemeklerin tuzlu yenilmesi, tuzsuz yenilmesine oranla mide kanseri riskini anlamlı derecede yükseltiyor. Bu nedenle, sofrada tadına bakmadan yiyeceklere tuz eklenmesi riski yaklaşık olarak 4.2 kat artırıyor. Mide kanseri açısından gün aşırı tuzlu ayran tüketimi 1.8, tuzlu tereyağı 1.5 riske yol açıyor. Tuzlu çekirdek her gün tüketilen bir yiyecek olmamasına karşın, gün aşırı tüketilmesi halinde riski yaklaşık 1.3 artırırken, her gün ve her öğün turşu yenilmesi de 7 kat risk yaratıyor. Günde bir kez kırmızı et tüketilmesi mide kanserine yol açabiliyor. Özellikle, işlenmiş et ürünü olan sucuğun haftada 1-2 kez tüketilmesi ortalama 3 kat risk yaratıyor. Çalışmada, şeker kullanımına da dikkat edilmesi tavsiye ediliyor. Haftada 1-2 kez hamur tatlısı yenilmesi, mide kanseri açısından 7.5 kat risk taşıyor. Sık tüketim açısından kolalı içecekler riski yaklaşık 3.4 ve gazlı içecekler 6 kat artırıyor.

SOĞAN VE SARIMSAK RİSKİ AZALTIYOR

Yeşil yapraklı sebzeler, soğan ve sarımsağın günde bir kez tüketilmesi, mide kanseri riskini azaltıyor. Mide kanserinden korunmak için, turşu, salamura yiyecekler ve hazır çorba gibi çok miktarda tuz içeren yiyeceklerden uzak durulması, peynir gibi çok tuzlu yiyeceklerin tuzsuzlarının tercih edilmesi öneriliyor. Şeker ve şekerli yiyeceklerin mümkün olduğunca az tüketilmesi, vücut ağırlığının korunması tavsiye ediliyor. Diyette tuz ve tuzlu besinlerin tüketiminin azaltılması, sebze ve meyve tüketiminin arttırılması, sigaranın bırakılması ve helikobakter piloriden korunulması ve tedavi edilmesi gerekiyor.

Kaynak : ntvmsnbc

Bu yazı KanseriTedaviEt.com'da yayınlanmıştır - Çok Sıcak ve Hızlı Yemek Mide Kanseri Riskini Artırıyor

Yazının devamı için tıklayın...

Cilt KanseriYeni araştırma, eklem iltihabı ve akut ağrı tedavisinde kullanılan bir ilacın, melanom harici deri kanserlerine karşı güneş kremlerine oranla daha iyi koruma sağladığı ortaya çıktı.

Rochester Üniversitesi dermatoloji bölüm başkanı ve yeni araştırma makalesinin yazarı olan Alice Pentland, bir siklooksijenaz-2 enzimi inhibitörü olan selekoksib etken maddesini taşıyan ilaçların yüksek deri kanseri riski taşıyan kişilerde yeni kanser kitlelerinin oluşumlarını önleyebileceğini söylüyor. Yapılan araştırmada söz konusu ilaçların, melanom harici deri kanser kitlelerinin oluşumunu yüzde 62 oranında azalttığı tespit edilmiş durumda. Bugün bu tip deri kanserlerinin özellikle genç yaş gruplarında artış gösterdiği ve her yıl hastalığa karşı milyarlarca liralık tedavi giderlerine ihtiyaç duyulduğu belirtiliyor.

Kontrol gruplarını da içermek üzere birden fazla merkezde yürütülen araştırmada, yaşları 37 ile 87 arasında değişen 240 denek yer almış. Katılımcıların her biri melanom dışı deri kanseri geliştirme riski taşıyan ve 10 ila 40 aktinik keratoz (tırnak büyüklüğünde ve deri kanserine dönüşme potansiyeline sahip, genellikle kollar gibi yoğun biçimde güneş ışınlarına maruz kalan bölgelerde bulunan pul, pul benek oluşumları) taşıyan kişilerden seçilmiş.

Katılımcıların yarısına, günde iki defa olmak şartıyla 200’er miligramlık kapsüller halindeki selekoksib verilirken diğer yarıya plasebo uygulanmış. Deney sırasında ilaç katılımcılara, aktinik keratoz durumlarına göre üç, altı ve dokuz aylık sürelerle verilirken, iyileşme göstermesinin ardından tekrar keratoz, bazal hücre sarkinoması ve yassı hücreli sarkinoma gelişen hastalara ilaç 11 ay süreyle tekrar uygulanmış. Uygulama sonunda selekoksib verilen hastaların gözle görülür bir iyileşme gösterdikleri saptanmış.

Selekoksib İçeren Ağrı Kesiciler Cilt Kanseri Tedavisinde KullanılabilirSelekoksib gibi siklooksijenaz-2 enzim inhibitörlerinin eklem iltihapları ve yetişkinlerdeki akut ağrıların tedavisinde kullanılıyor olmalarına karşın gastointestinal ve kardiyovasküler sistemi hedef alan bazı yan etkilerinin olduğu da biliniyor. Buna karşın deri kanserine yönelik olarak yürütülen son test sürecinde, her iki grupta da bu yan etkilere dair ciddi bir semptomun gözlenmemiş olması araştırmacıları şaşırtmış.

Çalışmayı yürüten Pentland, selekoksib ve benzeri inhibitörlerin ya da diğer terapilerin deri kanserini önleyici etkilerinin olmasının güneş kremi ve diğer koruyucu önlemlerin, özellikle de güneş ışınlarının en üst seviyeye ulaştığı saatlerde bir kenara bırakılması anlamına gelmediğinin üzerinde önemle duruyor.

Bu yazı KanseriTedaviEt.com'da yayınlanmıştır - Selekoksib İçeren Ağrı Kesiciler Cilt Kanseri Tedavisinde Kullanılabilir

Yazının devamı için tıklayın...

Türkiye`de Çok Sayıda Kanser İlacını Ruhsat Bekliyor

KanseriTedaviEt.com | Salı, Aralık 14, 2010 | 0 yorum »

Tüm HaberlerSağlık Bakanlığı’nın ruhsatlandırma başvurularını en fazla 210 gün içinde sonuçlandırması gerekirken, Araştırmacı İlaç Firmaları Derneği verilerine göre, onkoloji ilaçlarında bu süre 655 güne kadar çıkıyor.

Kanser hastaları için ilaca erişim hızı, ''biraz daha yaşamak, biraz daha umut'' anlamına geliyor. Birçok kanser hastası ve hekim, yenilikçi ilaçların temin edilerek, daha fazla kaliteli nefes, daha fazla yaşam için sabırsızlıkla ilaçların ülkelerinde ruhsat almasını bekliyor.

''Türkiye'de Hastaların Kanser İlaçlarına Erişimi'' başlıklı hazırlanan rapora göre de Türkiye'de Sağlık Bakanlığı’nın ruhsatlandırma başvurularını en fazla 210 gün içinde sonuçlandırılması gerekirken, Araştırmacı İlaç Firmaları Derneği (AİFD) verileri baz alındığında, onkoloji ilaçlarında ruhsatlandırma süresinin 655 güne kadar çıktığı gösteriliyor.

Bu konuda AİFD, ''İyi üretim uygulamaları sertifikasyon sürecindeki değişiklikler nedeni ile halen 287 ilacın Türkiye'ye girişiminin olumsuz etkilendiğini ve bu ilaçlardan 67'sinin onkoloji ilaçları olduğunu'' belirtiyor. AİFD, ''Özetle Türkiye'de hastalar, bu ilaçlara Avrupa ve ABD'deki hastalar göre 3-4 yıl daha geç erişiyor'' eleştirisinde bulunuyor.

İlaç sektörüyle ilgili araştırmalarda dünyanın önde gelen kuruluşları arasında yer alan i3 Innovus ile Araştırmacı İlaç Firmaları Derneği'nin (AİFD) desteğiyle, ''Türkiye'de Hastaların Kanser İlaçlarına Erişimi'' başlıklı hazırlanan raporda, Türkiye'de çok sayıda kanser ilacının ruhsat beklediği, hastaların yenilikçi ilaçlara ulaşamadığı iddia ediliyor.

Bu konuda kapsamlı bir inceleme yapılmasının ardından hazırlanan rapor, Stockholm İktisat Fakültesi'nden Prof. Bengt Jönsson, Karolinska Enstitüsü'nden Dr. Nils Wilking ve i3 Innovus uzmanlarından Daniel Högberg tarafından yazıldı. Türkiye’de her yıl yaklaşık 160 bin kişiye kanser teşhisi konulduğu ve yaklaşık 100 bin kişinin de bu hastalıktan dolayı yaşamını yitirdiği vurgulanan raporda, hala Türkiye'de erkekler arasında en yaygın kanser türlerinin akciğer, prostat; kadınlarda ise meme ve kolorektal kanserler olduğu ifade ediliyor. Raporda, tedavi sonuçlarıyla en az yüz güldüren kanser türleri ise akciğer, mide, kalın bağırsak ve rektum kanserleri olarak gösteriliyor.

İLAÇLAR RUHSATLANDIRMA AŞAMASINDA BEKLİYOR

Raporda, onkoloji ilaçları için ruhsatlandırma ve geri ödeme süreçlerinde Türkiye'de Sağlık Bakanlığı, ruhsatlandırma başvurularının en fazla 210 gün içinde sonuçlandırılmasını öngörürken, AİFD üyelerinden elde edilen veriler, onkoloji ilaçlarında bu sürenin 655 güne kadar çıktığını, bazı ilaçların ise bundan sonra daha uzun süredir ruhsatlandırma aşamasında beklediğini ortaya koyuyor.

Türkiye'de ruhsatlandırma ve geri ödeme listelerine alınma sürecinin uzunluğunun, kanser hastalarının yenilikçi ilaca erişimini kısıtladığı ileri sürülen raporda, ''Ruhsatlandırma ve geri ödeme listelerine alınma sürecinde bürokratik engellerin azaltılmalı ve hayati önem taşıyan onkoloji ilaçları için hastalara hızlı erişime olanak sağlayan modeller uygulamaya konulmalı'' değerlendirmesinde bulunuyor.

Raporda, Türkiye 8 Avrupa Birliği ülkesi ile kanser ilaçlarına erişim düzeyinde karşılaştırılarak, ''Yeni ilaçların ruhsatlandırma ve geri ödeme listelerine alınarak hastalara sunulma sürecinde gecikmeler yaşandığı gösteriliyor. Raporda, Türkiye ile Almanya, İngiltere, Fransa, İtalya, İspanya, Çek Cumhuriyeti, Polonya, Macaristan ve 13 Avrupa ülkesinin (E13) ortalaması karşılaştırılıyor.

Onkoloji tedavisi için son 10 yılda geliştirilen, hastalığa özgü mekanizmaları hedef alan yeni tedavilerle, bu alandaki çalışmalar heyecan verici bir aşamaya geliyor. Ancak bu ilaçlardan sağlanacak yarar, sadece ilaçlar rutin uygulamaya girdiğinde ve bunlardan fayda sağlayabilecek hastalara ulaştığında elde edilebiliyor.

Raporda, milyarlarca dolar tutarında Ar-Ge yatırımı sonucu geliştirilen yeni kanser ilaçlarına erişimin, Türkiye gibi kaynakların sınırlı olduğu ülkelerde ''kısıtlı'' olduğu hatırlatılarak, kaynaklarda öncelik verilmesi ve kansere kaynak oluşturacak yeni modeller geliştirilmesi tavsiye ediliyor.

287 İLACIN TÜRKİYE'YE GİRİŞİ OLUMSUZ ETKİLENMİŞ DURUMDA

Türkiye`de Çok Sayıda Kanser İlacı Ruhsat Bekliyor
AİFD yetkililerinin verdiği bilgiye göre, ''Avrupa Birliği Şeffaflık Direktifi'ne göre yenilikçi ilaç ve tedaviler ile ilgili geri ödeme kararlarının 90 gün içinde verilmesi gerekiyor. Mart 2010'dan itibaren uygulamaya konulan İyi Üretim Uygulamaları (GMP) sertifikasyon süreci ile birlikte bu sürenin daha da uzayacağı tahmin ediliyor.

İyi Üretim Uygulamaları sertifikasyon sürecindeki değişiklikler nedeni ile halen 287 ilacın Türkiye'ye girişi olumsuz etkilenmiş bulunuyor. Bunların 67'sini onkoloji ilaçları oluşturuyor. Onkoloji ilaçlarının bir an önce ruhsatlandırılması ve geri ödeme listelerine alınması, hastaların bu ilaçlara erişimini güvence altına almak açısından büyük önem taşıyor. Çünkü kanser hastası için zaman, büyük önem taşıyor. Zamanında ilacını alamayan hastanın tedavisi önemli ölçüde aksıyor.

Yetkililere göre, Türkiye'de ruhsat verilen ilaçların, geri ödeme listesine alınma sürecinde tekrar güvenilirlik ve etkinlik açısından değerlendirmeye tabi tutulmaları sorun oluşturuyor. Tekrarlamanın, süreyi gereksiz yere uzattığı yorumu yapılıyor. Bu ilaçlar Türkiye'de ruhsatlandırma ve geri ödeme süreçlerinin tamamlanmasının ardından 2-3 yıllık bir sürede hastaya ulaşabiliyor. Yeni uygulamaya konan GMP sertifikasyon uygulamasının, gecikmeye neden olacağı öngörülüyor. Özetle Türkiye'de hastalar, bu ilaçlara Avrupa ve ABD'deki hastalar göre 3-4 yıl daha geç erişiyor.''

GECİKMENİN NEDENLERİ RESMEN AÇIKLANMIYOR

AİFD’dan yapılan açıklamada şu ifadelere yer veriliyor:

''Ruhsatlandırma sürecindeki gecikmenin nedenleri resmen açıklanmıyor. Aslında ilaca ruhsat verilmesi reddedildiğinde bile bazen bunun nedenlerini öğrenmek çok güç olabiliyor. Türkiye'nin bu alanda, objektif ve iyi tanımlanmış değerlendirme ölçütlerine, net bir takvime ve sürecin her aşamasında şeffaflığa ihtiyacı bulunuyor. Bunlar gerçekleştiği takdirde, gecikme olmayacak, ruhsat başvurusu reddinin ise objektif nedenleri bilinebilecek.

GMP sorununun çözülmesinin uzun bir süreç alacağı ve bu arada hastaların ilaca erişiminin olumsuz etkileneceğinin unutulmaması gerekiyor. AİFD, hastaları riske atmayacak bir çözüm geliştirmek için çaba harcıyor. Bu konuda Hükümetimizle ve sektör temsilcileriyle işbirliğine hazırız. Sağlık Bakanlığının 2000-2006 yıllarını kapsayan son çalışmasına göre, Türkiye'de 396 bin kanser vakası bulunuyor. Önümüzdeki 20 yıl içinde her yıl kanserden yaşamını yitirenlerin sayısının 500 bine, hasta sayısının ise 1,5 milyona ulaşacağı tahmin ediliyor. Dolasıyla şu anda yüz binleri ilgilendiren bu sorun, önümüzdeki yıllarda ne yazık ki milyonları ilgilendirecek.”

TEB: BEKLEME SÜRESİ 500 GÜNE YAKLAŞMIŞTIR

Türk Eczacıları Birliği Genel Sekreteri Özgür Özel de ''ruhsat bekleyen ilacın, ilaç bekleyen hasta'' anlamına geldiğini belirterek, ''2010 yılında yapılan Onkoloji İlaçları CTD Başvuruları Durum Değerlendirme Anketi'ne göre, yıl içerisinde ruhsat aldığını gördüğümüz ürün sayısı 9 iken, ruhsat almayı bekleyen ürün sayısı 22 olarak saptanmıştır'' dedi.

''Türkiye, gerçekten ruhsatlandırma konusunda bir bekleme sürecindedir'' eleştirisinde bulunan Özel, ''Ruhsat alma süresine baktığımızda ise ruhsat alan son 9 onkoloji ürünü için ortalama ruhsat alma süresi yaklaşık 650 gün olarak belirtilmiştir. Ruhsat almayı bekleyen 22 onkoloji ürününe baktığımızda ise ortalama bekleme süresi 500 güne yaklaşmıştır'' dedi.

TEB aracılığıyla şu an itibariyle yurt dışından 40'ın üzerinde onkoloji ilacı getirdiklerini belirten Özel, şöyle devam etti:

''Bu ilaçlar içinde hangileri için ruhsat başvurusu yapıldı, hangileri için yapılmadı, bunu bilemiyorum. Ancak, Türkiye'de ruhsatı olmayan bu ilaçları, hastayı mağdur etmeden ve mesleki bir sorumluluk çerçevesinde yıllardır getiriyoruz. İlaç firmalarının ruhsat bekleme süresinin kısaltılmasında hasta yararı olduğu tezi doğrudur. Ancak yeterli karlılık vaat etmeyen, az hastası olan ilaçlar için ruhsat başvurularının yapılmıyor olması da çarpıcı bir gerçek; madalyonun diğer yüzüdür.

Hastaların ilaçlara daha kolay ve daha çabuk ulaşabilmeleri için bekleyen ve elbette istenen şartları sağlayan bu tür ilaçlar ruhsatlandırılmalı ve hastalar ilaçlarını eczanelerden temin edebilmelidirler. TEB olarak, Türkiye'de ruhsatı olmayan ilaçları Bakanlık onayıyla getirtiyoruz, ancak bu işin daha kolay, etkili ve hasta yararına olan yolu bu ilaçların eczaneler tarafından satılmasıdır.''

SAĞLIK BAKANLIĞI NE DİYOR?

Sağlık Bakanlığı İlaç Eczacılık Genel Müdürlüğü, bir ilacın Sağlık Bakanlığından ruhsat alabilmesi için öngörülen sürenin 210 olduğunu, ancak bu sürenin kimi durumlarda dondurulabildiğini belirterek, ''Kanıt niteliğinde olacak randomize çalışmaların az da olsa bazı başvurularda olmaması ya da henüz yayınlanmamış olması, randomize Faz III çalışmalarda bazı nitelik sorunlarının bulunması ve randomize çalışmaların sonuçlarının çelişkili olmasının'' ruhsatlandırma da ''red'' gerekçeleri olduğunu bildirdi.

''Türkiye'de Hastaların Kanser İlaçlarına Erişimi'' başlıklı hazırlanan raporda yer alan iddialara ilişkin soruları yanıtlayan İlaç ve Eczacılık Genel Müdürlüğü yetkilileri, Türkiye'de beşeri kullanım için endüstriyel olarak üretilen veya ithal edilen beşeri tıbbi ürünlerin, 19 Ocak 2005 tarih ve 25705 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanan ''Beşeri Tıbbi Ürünler Ruhsatlandırma Yönetmeliği'' hükümlerine göre ruhsatlandırıldığını belirtti.

Aynı yönetmeliğin 15. maddesinde ön incelemesi tamamlanmış eksiksiz bir ruhsat başvurusunun 210 gün içinde sonuçlandırılması gerektiğinin ifade edildiğini aktaran yetkililer, ''Ancak, Bakanlığın başvuru sahibinden talep ettiği hususların temin edilmesi için gereken süre ve olağanüstü haller bu süreye dahil edilmez. Yine aynı maddede bazı durumlar halinde 210 günlük süre durdurulur'' açıklamasında bulundu.

RUHSATLANDIRMA SÜRECİNE ETKİ EDEN NEDENLER

22 Nisan 2009 tarih ve 27208 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren, ''Beşeri Tıbbi Ürünler Ruhsatlandırma Yönetmeliğinde Değişiklik Yapılmasına Dair Yönetmelik''in 3. maddesinin (r) bendinde, ''Üreticinin, Bakanlıkça verilmiş yahut uluslararası kabul görmüş kuruluşlarca verilerek ilgili ülkenin yetkili otoritesi tarafınca onaylanmış ve Bakanlıkça kabul edilmiş İyi Üretim Uygulamaları çerçevesinde üretim yapabileceğinin gösterir GMP belgesi'' istendiğini belirten yetkililer, ''Bu hüküm gereğince ürünlerden, Bakanlık tarafından denetlenerek GMP belgesi almaları ya da Türkiye'de karşılıklı tanıma anlaşması olan ülkelerin resmi otoritelerince verilmiş GMP belgelerinin beklenmektedir'' dedi.

Yetkililer, komisyonda değerlendirilen dosyalardaki yaygın red gerekçelerini ise şöyle sıraladı:

''Kanıt niteliğinde olacak randomize çalışmaların az da olsa bazı başvurularda olmaması ya da henüz yayınlanmamış olması. Randomize Faz III çalışmalarda bazı nitelik sorunları oluyor. Kontrol grubunun zayıf olması ya da standart olmaması, birinci basamak tedavilerde genel sağ kalım avantajının bulunmaması, alt grup analizlerinde sadece bazı hastalarda yararın olması gibi. Randomize çalışmaların sonuçlarının çelişkili olması.''

Kaynak : ntvmsnbc

Bu yazı KanseriTedaviEt.com'da yayınlanmıştır - Türkiye`de Çok Sayıda Kanser İlacı Ruhsat Bekliyor

Yazının devamı için tıklayın...

Şeker Hastalığı Kanser Riskini Artırıyor

KanseriTedaviEt.com | Salı, Aralık 07, 2010 | 0 yorum »

Tüm HaberlerHalk arasında şeker hastalığı olarak bilinen ve görülme sıklığı yüksek olan diyabet hastalarında kansere yakalanma riskinin, diyabet hastası olmayanlara oranla daha fazla olduğu belirtildi.

Başkent Üniversitesi Tıp Fakültesi İç Hastalıkları Anabilim Dalı Endokrinoloji ve Metabolizma Bilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Nilgün Güvener Demirağ, "Diyabet, diyabet tedavisi ve kanser" ile ilgili değerlendirmede bulundu.

Halk arasında şeker hastalığı olarak bilinen diyabetin ciddi bir sağlık sorunu olduğunu belirten Demirağ, 2010 yılı itibariyle Türkiye’de her 100 erişkinden 13’ünde diyabet görüldüğünü söyledi.

DiyabetDemirağ, bilim çevresinde diyabet ve kanser ilişkisinin de tartışılan konular arasına girdiğini ve bu konuda çeşitli araştırmalar yapıldığını ifade ederek, diyabet hastalarında, diyabeti olmayan aynı yaş ve cinsiyetteki kişilere kıyasla artmış kanser risklerinin tanımlandığını belirtti. Bu riskin çeşitli kanser türleri açısından da değişiklik gösterdiğine dikkat çeken Demirağ, "Pankreas kanserinde yüzde 50, kalın bağırsak kanserinde yüzde 30, mesane kanserinde yüzde 25, meme kanserinde yüzde 20 kanser görülme riskinde artış bildirilmiştir. Benzer şekilde, bilinen diyabeti olan hastalarda, artmış kanser görülme riskinin yanı sıra, var olan kansere bağlı ölüm yüzde 40 civarında daha fazladır" diye konuştu.

OBEZİTE VE İNSÜLİN DİRENCİNE DİKKAT

Dr. Demirağ, bilim insanlarının diyabette kanser riskinin ve mortalite (ölüm) oranının neden arttığına yönelik araştırmalar yaptığı belirterek, nedenler arasında obezitenin ve pankreastan salgılanan bir ve kan şekerini düşüren bir hormon olan "insülin"e direncin ilk sırada yer söyledi.

Kan şekerinin aşırı yükselmesi olarak tanımlanan "hiperglisemi"nin de diyabet ve kanser ilişkisinde ikinci önemli neden olduğuna dikkati çeken Demirağ, "Diyabetik hastalarda genellikle çok fazla tıbbi sorun bir arada olduğu için, bazen rutin taramalar aksayabiliyor. Bu nedenle gecikmiş taramalarda önemli bir neden olarak karşımıza çıkıyor" dedi.

Demirağ, bir diğer önemli nedenin de diyabet hastalarında varolan diğer hastalıklar nedeniyle kanser tedavisi komplikasyonlarının fazlalığı olduğunu anlattı.

Diyabete ilişkin kanser riskinde ve ölüm oranlarındaki artışta, diyabet tedavilerin de payı olabileceğine dikkati çeken Demirağ, "Tedavilerin etkileri incelendiğinde, tüm kanserler için yüksek doz insülin kullanımının riski arttırabileceği ve ’insülin direncinin ve hiperinsülineminin önlenmesinin’ en önemli prensip olması gerekir" diye konuştu.

İnsülin ihtiyacının en aza inmesi için kilo kontrolünün sağlanması, doğru beslenilmesi ve egzersize önem verilmesi gerektiğine işaret eden Demirağ, "Tüm tip şeker hastaları, uygun erken teşhis yöntemleriyle yakın takip edilmelidir. Halihazırda kanseri olan şeker hastalarının diyabet tedavileri, mutlaka bu durumları gözetilerek, titizlikle yeniden düzenlenmelidir" önerisinde bulundu.

Kaynak : Radikal

Bu yazı KanseriTedaviEt.com'da yayınlanmıştır - Şeker Hastalığı Kanser Riskini Artırıyor

Yazının devamı için tıklayın...

Tüm HaberlerTanı ve tedavi imkanlarının her geçen gün gelişmesine rağmen görülme sıklığı artan kanser tedavisinde, medikal tıbbın yanı sıra kontrolsüz kullanılan bitkisel ürünlerin ve vitamin takviyelerinin, kanseri önlemek, durdurmak yerine olası riskleri artırabildiği, tedavinin etkinliğini azaltabildiği ve komplikasyonlara neden olarak ciddi sonuçlara yol açabildiği bildirildi.


Uzmanlar, beta karotenin özellikle sigara içenlerde akciğer kanseri gelişimini önlemek yerine kolaylaştırdığını, tüm anti-oksidanların potansiyel olarak kemoterapi ve radyoterapinin etkisini azaltabildiğini, kalsiyum-magnezyum-potasyum ve çoğu zaman vitamin karışımları içeren minerallerin özellikle kemik metastazı olan veya kalsiyum yüksekliği bulunan hastalarda sakıncalı olabileceği uyarısında bulunuyor.

Isırgan otunun, kan pıhtılaşmasını sağlayan hücreler üzerindeki olumsuz etkisinin kemoterapi yan etkileri ile karışabildiği, aşırı sarımsak tüketiminin kanama problemine yol açabildiği için kemoterapi-radyoterapi alanlarda kullanılmaması gerektiğine dikkati çeken uzmanlar, japon eriğinin ölümcül kanamalara yol açabileceğinden kemoterapi ve radyoterapi etkisini azaltabildiğini belirtiyor. Meme ve rahim kanseri hastalarının soya ve ginseng'ten uzak durması gerekiyor.

Hacettepe Üniversitesi (HÜ) Onkoloji Enstitüsü Prevantif Onkoloji Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. İsmail Çelik, bitkisel karışımlar ile vitamin takviyelerinin, kanser ve kanser tedavisi üzerine olumsuz etkileri olduğunu söyledi.

Kanserden korunmak için bir ilaç olmadığını, tütün kullanımı ya da pasif içicilik, yanlış beslenme, aşırı kilo, fizik aktivite eksikliği, güneş ışığı maruziyeti gibi etmenlerin kansere yol açtığını, bunlardan kaçınılarak kansere yakalanma riskinin ciddi oranda azaltılabileceğini vurgulayan Çelik, sağlıklı kişilerin gereksiz ilaç ve vitamin desteklerinden uzak durması, hasta olan kişilerin hekim bilgisi dahilinde ilaç kullanması gerektiğine işaret etti.

Çelik, vitamin takviyelerinin temel beslenme ögeleri arasında yer almadığını ve bunların kesinlikle “ilaç” olmadığını ifade ederek, ABD başta olmak üzere birçok ülkede vitamin takviyelerinin kullanımının arttığını söyledi. ABD'de saygın bir kurum olan FDA'nın (Food and Drug Administration, Besin ve İlaç Kurumu) bile bu tip ürünleri denetleyemediğini, onaylamadığını ve tehlikeli olabilecekleri konusunda uyarılarda bulunduğunu dile getiren Çelik, aynı etken maddeyi içeren ürünlerin birçok değişik ambalaj ve marka adı altında satılabildiğini ve içerdikleri miktarların üründen ürüne ya da markadan markaya farklılık gösterebildiğini söyledi.

Bitkisel karışım ve vitamin kapsülleri asla kullanılmamalı

Çelik, bu ürünlerin etki veya yan etkisi konusunda bilimsel olarak bir veri elde etmenin mümkün olmadığına dikkati çekerek, kanser tedavisi öncesinde, esnasında ve sonrasında bitkisel karışımlar-vitamin kapsüllerinin kullanımına “kesinlikle” izin verilmemesi gerektiğini belirtti.

İsmail Çelik, “Çünkü, bitkisel ürünlerde, içine karışmış toksik maddeler olabileceği gösterilmiştir. Bu ürünlerin saflığı ve güvenilirliği kuşkuludur. Özellikle aktarlardan elde edilen bitkisel ürünlerin, doğrudan doğadan toplanmış ve işlenmemiş olduğu unutulmamalıdır. Dolayısı ile bunlar 'steril' değildir, mantar sporları, çeşitli bakteriler içerebilirler. Kemoterapi altında enfeksiyon riski olan hastalar bu tür ürünleri tükettiklerinde temizlik kurallarına çok dikkat etmelidirler” uyarısında bulundu.

“Bu ürünlerin, kemoterapi ilaçlarının etkilerinde azalmaya yol açarak hastalığın etkin tedavisini sekteye uğrattığına” dikkati çeken Çelik, “Bu karışımların yan etkileri, kemoterapi yan etkisi zannedilip gereksiz doz azaltımına gidilebilmekte ve tedavinin eksik verilmesine neden olabilmektedir. Sıklıkla kanamaya yol açmaları nedeniyle kanserli hastalarda ciddi kanamalara ve ölüme neden olabilirler” diye konuştu.

HÜ Onkoloji Enstitüsü Prevantif Onkoloji Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. İsmail Çelik'in verdiği bilgiye göre, antioksidanlar ve vitaminlerin olumsuz etkileri bulunuyor. Bunlar içinde yer alanlardan biri olan beta karoten tüketilmesi, özellikle sigara içenlerde akciğer kanseri gelişimini önlemek yerine kolaylaştırıyor. Sigara içenlerin kesinlikle B-karoten almaması gerekiyor.

Tüm antioksidanlar, potansiyel olarak kemoterapi ve radyoterapinin etkisini azaltabildiğinden tedavi altında antioksidan alınmaması isteniyor. Antioksidan kullanan 200 binden fazla hastanın katıldığı bir analizde, Vitamin A, E ve Beta-karoten kullananlarda ölüm riskinin daha çok olduğu gösteriliyor. Vitamin C ve selenyum için durum belirsizlik gösteriyor. Hekim takviyesi olmadan vitamin A ve E kullanılmaması gerekiyor.

Kalsiyum, magnezyum, potasyum ve çoğu zaman vitamin karışımları da içeren mineraller, özellikle kemik metastazı olan veya kalsiyum yüksekliği bulunan hastalarda sakıncalı olabiliyor. Halk arasında çok faydalı olarak bilinen ısırgan otu, yapılan gözlemlerde kan pıhtılaşmasını sağlayan hücreler üzerinde olumsuz etki yapabiliyor, bazı alerji yaratan ve toksik proteinler içerebiliyor. Karın ağrısı, ishal, ateşe yol açabiliyor. Bu bulgular da kemoterapi yan etkileri ile karışabiliyor.

Sarımsak aşırı tüketildiğinde veya yoğunlaştırılmış tabletler şeklinde alındığında kanama problemine yol açabiliyor, bazı antiviral ilaçların etkinliğini azaltabiliyor. “Kumadin” adlı ilaç kullanıldığında veya kemoterapi-radyoterapi alındığında sarımsak tüketilmemesi ya da hap olarak alınmaması öneriliyor. Çünkü, kemoterapinin etkinliğini azaltabiliyor.

Japon eriği ölümcül kanamaya neden olabilir

Japon eriği olarak bilinen Ginkgo Biloba, içeriği nedeniyle kanamaya eğilimi artırıyor. Özellikle kanı sulandıran ilaçları kullananlarda (Kumadin-Heparin) ölümcül kanamalar görülüyor. Üründe mevcut olan antioksidan özellikler kemoterapi ve radyoterapi etkisini azaltabilir. Bu ürün ayrıca karaciğerdeki bazı enzimleri etkileyerek, kanser ilaçlarının etkinliğinde azalma ya da yan etkilerinde artmaya yol açabiliyor ve antitümör-antibiotik alanların uzak durması gerekiyor. Kemoterapi ve radyoterapi sırasında Ginkgo kullanılmaması gerekiyor.

Bitkisel ürünler kanserden korumuyorKoni çiçeği, kirpi otu olarak bilinen Echinacea da karaciğerde yıkılan bazı ilaçların etkinliğini azaltabildiğinden kemoterapi ile birlikte alınması önerilmiyor. Iressa, tarceva, irinotecan, topotecan, siklofosfamid, etoposide, teniposide, taxol, docetaxel, vincristine, vinblastin ilaçlarını kullananların bu üründen kesinlikle uzak durması isteniyor.

Soya ve ginsengden uzak durmalı

Soya ürünleri ise içerdiği isoflavonların östrojenik hormonal etkisi nedeniyle meme ve rahim kanseri olan hastalarda zararlı olabiliyor. Soyada bulunan “genistein” adlı bir madde, tamoksifenin etkinliğini azaltabiliyor. Tamoksifen kullanan meme kanseri hastalarının soya ürünlerinden uzak durması gerekiyor. Soya ürünleri farmakolojik dozlarda bazı ilaçların emilim ve dağılımını da etkileyebiliyor.

Yeşil çayın tablet halinde yüksek dozlarda alınması, mide rahatsızlıklarına, ishale ve kramplara yol açabiliyor.

Bazı ginseng preparatlarında östrojenik maddeler olduğundan, meme ve rahim kanserli hastaların bunları kullanmaması gerekiyor. Ginseng, bazı ilaçların kan düzeyini azaltabiliyor, bazılarını da artırabiliyor. Iressa, tarceva, irinotecan, topotecan, siklofosfamid, etoposide, teniposide, taxol, docetaxel, vincristine, vinblastin alanların, ginsengden uzak durması gerekiyor.

Cüce palmiyenin, içerdiği hormonal maddelerden ötürü meme ve rahim kanseri hastalarının tüketmemesi gerekiyor. Tedavi için hormonal preparatlar alan meme kanserli hastalarının da tedavi etkileşimi olabileceğinden bu üründen uzak durması isteniyor.

Hipericum perforatum, binbirdelik otu da ilaç etkileşimlerinden dolayı kanser ilacının kan seviyelerini ve etkisini azaltabiliyor. Bunun dışında birçok ilacın etkisini azaltma ya da arttırma yönünde etki edebiliyor. Kemoterapi alan hastaların, bu ürünü kesinlikle kullanmaması gerekiyor.

Kedi otunun, “Tamoksifen kullananlar ve siklofosfamide, etoposide, teniposit” kullananlarca tüketilmemesi, ezan çiçeği ile gece mumu yağının serum proteinlerine bağlandığı için ilaç etkinliğini değiştirebildiğinden kemoterapi ile birlikte kullanılmaması gerekiyor.

Kaya koruğu, bazı kanser tedavisinde kullanılan ilaçların etkinliğini azalttığından kemoterapi ile alınmaması ve karaciğer sorunu olanlarca kullanılmaması isteniyor. Özellikle karaciğer toksisitesini arttırabiliyor. Yaban mersinini, kanama problemi olanların, kemoterapi-radyoterapi alanların, “kumadin” kullananların tüketmemesi gerekiyor.

Siyah üzüm çekirdeği, yüksek dozlarda alındığında bazı ilaçlarla etkileşebiliyor. Bu nedenle, “Iressa, tarceva, irinotecan, topotecan siklofosfamid, etoposide, teniposide, taxol, docetaxel, vincristine, vinblastin ve platin” kullananlarca alınmaması vurgulanıyor.

Köpekbalığı ve sığır kıkırdağı, kalsiyum yüksekliğine yol açabiliyor. Özellikle kemik metastazı olan hastalar ya da vit-D, kalsiyum kullanan hastalarda sakıncalı olabiliyor. Bulantı, kusma, mide rahatsızlığı, hipotansiyona ve alerjik reaksiyona yol açabiliyor. Sekiz farklı karışımdan oluşan Pc-Spes, içeriğinden ötürü östrojen ve diğer bazı maddelerle kontamine olabiliyor. Jinekomasti, libido azalması, mide rahatsızlıkları, kramplar, damar pıhtılaşması, ishal, kalp problemleri, sıcak basmasına yol açabiliyor. Pc-Spes'in herhangi bir amaçla kullanılmaması gerekiyor. Zakkum, mevcut hali ile kanser tedavisinde kullanılmamalıdır. Olumlu etki yaptığına dair bilimsel veri bulunmuyor.

Akupunkturun, doğrudan kanser tedavisinde yeri bulunmuyor. Vücuda bir iğne girmesi söz konusu olduğu için, kan ve pıhtılaşma hücreleri düşükken uygulamanın yapılmaması gerekiyor. Aromaterapi, masaj ve yoga, meditasyon ile egzersiz gibi yöntemlerde de kemik metastazı olan hastalarda kırıklara yol açabileceğinden dikkatli olunması tavsiye ediliyor.

Kaynak : Hürriyet

Bu yazı KanseriTedaviEt.com'da yayınlanmıştır - Kansere İyi Geldiği İddia Edilen Bitkisel İlaç ve Vitaminlerin Zararları

Yazının devamı için tıklayın...

Sebze ve Meyve Yemek Kanserden Korumuyor

KanseriTedaviEt.com | Çarşamba, Aralık 01, 2010 | 0 yorum »

Tüm Haberlerİngiltere'nin kansere yönelik en büyük yardım kuruluşu sebze ve meyve yemenin vücudu göğüs, prostat, bağırsak, akciğer kanseri ve diğer tümörlere karşı korumakta hiç etkili olmadığını ya da çok az etkili olduğunu açıkladı.

Oxford Üniversitesi'nden bilim adamlarının yaptığı araştırmanın bulgularına göre konuşan kuruluş kanserden korunmak isteyenlere zayıf kalmalarını, sigarayı bırakmalarını ve alkolü kesmelerini öneriyor.

Sebze-MeyveDaha önce 100 binden fazla insan üzerinde konu hakkında yapılan 10'dan fazla araştırmanın sonuçlarını da ele alan çalışmada en yaygın kanser türleri olan göğüs ve prostat kanserinde sebze ve meyve yemekle kanser riskinin azlığı arasında hemen hemen hiç ilişki bulunmadı.

Akciğer kanseri konusunda da ilişki zayıf ve tutarsız bulunurken ağız, gırtlak, mide ve bağırsak kanserlerinde de meyve sebze yemenin kanserden koruyuculuğuna dair bir kanıt elde edilemedi.

Kanser riskini azaltmak için yeşil gıdaların tüketilmesi gerektiği düşüncesi 70'lerin ortalarında çok popülerdi ve 90'lara kadar bu fikri destekleyen araştırmalar yayınlanmaya devam etmişti.

Araştırmanın başındaki Profesör Tim Key bu yanılgının önceki çalışmalardan izlenen deneklerin tamamen sağlıklı insanlar arasından seçilmesine bağlıyor ve bu seçimin sonuçları yanlış şekillendirdiğini düşünüyor.

Kaynak : ntvmsnbc

Bu yazı KanseriTedaviEt.com'da yayınlanmıştır - Sebze ve Meyve Yemek Kanserden Korumuyor

Yazının devamı için tıklayın...

Radyoaktif Madde ile Kemik Metastazlarında Ağrı Tedavisi

KanseriTedaviEt.com | Pazartesi, Kasım 29, 2010 | 0 yorum »

Tüm HaberlerKemik metastazlarında, bir süre sonra morfine bile direnç gösteren kanser ağrısı, radyoaktif madde ile azalıyor veya tamamen ortadan kalkıyor. Radyoterapi şansı bulunmayan hastalara, ağrı şikâyetinin başlamasıyla birlikte, diğer tedavi yöntemleriyle birlikte uygulanabilen yöntemle, hastanın yaşam kalitesi artıyor ve ömrü uzuyor.

Ankara Üniversitesi (AÜ) Tıp Fakültesi Nükleer Tıp Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Özlem Küçük, meme, prostat, akciğer gibi birçok kanser türünde ileri evrede birden fazla kemikte metastaz geliştiğini ve ağrıya yol açtığını söyledi.

Kanser hücrelerinin kemiklere yayıldıktan sonra ortaya çıkan ağrının giderek şiddetini artırdığına dikkati çeken Küçük, ağrının hastanın yaşam kalitesini düşürdüğünü, psikolojik açıdan yıprattığını ve hasta yakınlarını çaresiz bıraktığını belirtti.

Küçük, ileri evre kanser hastalarında sadece bir-iki kemikte metastaz gelişmesi durumunda halk arasında ışın tedavisi olarak bilinen ''radyoterapi'' ile ağrının şiddetinin azaltılabildiğini ya da tamamen ortadan kaldırılabildiğini anlattı. Metastazın, tüm iskelet sistemine yayılması halinde ise ışın tedavisinin uygulanamadığını vurgulayan Küçük, radyoterapinin sağlam dokuların zarar görmemesi için sadece kanserli bölge ile sınırlı tutularak yapılabildiğini vurguladı.

Küçük, ''Metastaz, tüm vücuttaki kemiklerde yayılım gösterdiğinde, radyoterapi şansı kalmıyor. Çünkü diğer dokulara harabiyet vermemek için ışın tüm vücuda uygulanamıyor. Tüm vücudun radyasyon alması, hastanın ömrünü kısaltıyor'' diye konuştu.

Radyoterapinin özellikle kemik iliği, cilt altı, kas, bağ ve yağ dokusu ile cildin dış yüzeyine yan etkileri olduğuna ve sağlam dokuları öldürdüğüne dikkati çeken Küçük, hastanın cildinde yanıklar oluşabildiğini, kemik iliği fonksiyonu bozulduğu için kansızlık görülebildiğini, kanama riskinin arttığını ve enfeksiyon riskinin yükseldiğini söyledi.

Küçük, bu gibi nedenlerle ağrılı yaygın kemik metastazlarında radyoterapi yerine ''radyoaktif tedavi'' yapılabildiğini belirterek, ''Bu tedavi yöntemi ile radyoaktif maddenin sadece kemik metastazlarında tutulmasını sağlayarak hastanın ağrı şikâyetini yok etmeye çalışıyoruz'' dedi. Metastatik odaklarda kemik yapı ve yıkımı arasındaki dengenin bozuk olduğunu dile getiren Küçük, görüntüleme metotlarında da kemik yapım ve yıkımlarının belirlenebildiğini söyledi. Küçük, radyoaktif tedavinin, doğrudan damar yolundan yapıldığını ve kemik sintigrafisinde hastaya uygulanan yöntem ile hemen hemen aynı süreci içerdiğini anlattı.

RADYOAKTİF TEDAVİ NASIL YAPILIYOR?

RadyoterapiKüçük'ün verdiği bilgiye göre, ilk olarak hastaya elinden bir damar yolu açılıyor. Yatar pozisyondaki hastaya, radyoaktif madde açılan damar yolundan veriliyor. Farklı ışınları olan radyoaktif maddeler damar yoluyla hastaya verilerek, söz konusu maddelerin kemikte tutulması sağlanıyor. Işınların etkisiyle, metastatik alanların kaybolmaya başlıyor ve ölüyor. Bir bakıma, vücut içi radyoterapi uygulaması yapılıyor.

Tedavi ile hastanın ağrıları azalırken, bir bölümünde de tamamen yok oluyor. Tedavi günübirlik bir süreci kapsıyor. Yaklaşık 5 dakika içinde ilaç tüm vücuda dağılıyor. İşlemin tamamı 10 dakikadan daha uzun sürmüyor. Hasta, tedavi sonrasında hemen günlük yaşamına dönebiliyor. Tedavi, kemiklerde ağrı başladığı anda hekime başvurulduğunda uygulanabiliyor. Tedavinin uygulanmasından 2-3 gün sonra ağrı azalıyor ve yaklaşık 3-6 ay arasında bir daha ağrı şikâyeti olmuyor. Ağrı şikâyeti oldukça radyoaktif tedavi tekrar uygulanabiliyor. Radyoaktif tedavi, 18 yaşın altındakilere, gebelere, loğusalara uygulanamıyor.

YAŞAM SÜRESİ VE YAŞAM KALİTESİ ARTIYOR

Prof. Dr. Küçük, tedavi ile hastanın ''farklı odaklardaki görünebilen metastatik odaklarının yok olduğundan hem hastanın yaşam süresinin uzadığını hem de ağrının yok olmasıyla birlikte yaşam kalitesinin arttığını'' söyledi.

Uygulama ile çevre dokuların yan etkiye maruz kalmadığına, kemik iliğinde fonksiyon kaybının görülmediğine, olumsuz deri bulguları, kanama ya da enfeksiyon riskinin olmadığına işaret eden Küçük, tedavi süreci ve sonrasında hastaların genel sağlık durumlarının bozulmadığına dikkati çekti. Küçük, radyoaktif tedavi uygulaması sonrasında, sadece bir kısım hastada enjeksiyondan sonra ağrıda hafif artış olabildiğini ifade ederek, ''Tümör hücrelerinin ölmesine bağlı olan bu durum, hastanın tedaviye cevap vereceğine dair önemli bir gösterge'' dedi.

Kanser hastalarında uykunun kaliteli alınmasının çok önemli olduğunu, bunun vücut direncini artırdığını vurgulayan Küçük, radyoaktif tedavi sonrasında hastaların uyku problemlerinin çözümlendiğini, ağrı hissetmediklerinden derin uykuya dalabildiklerini söyledi.

MORFİN BİLE ETKİ ETMİYOR

Küçük, şiddetli ağrı hisseden hastalara zaman içinde kuvvet gücü yüksek ağrı kesicilerin verildiğini, ancak hastaların bir süre sonra ağrı kesiciye bağımlı hale geldiğini ifade ederek, ''En kötüsü en yüksek ağrı kesici olan morfin bile, ilerleyen dönemde hastalara kar etmemeye başlıyor. Çünkü sürekli ağrı kesici kullanan ve ağrı arttıkça içeriği ağırlaşan ağrı kesicilere karşı bir süre sonra bağışıklık kazanılıyor ve yeterli gelmemeye başlıyor. Bu kişiler, yaşamlarının son dönemlerinde morfine bağımlı hale geliyor ve bu da yeterli gelmemeye başlıyor'' diye konuştu.

Radyoaktif tedavinin, kemoterapi, radyoterapi gibi diğer kanser tedavi yöntemleri ile birlikte yapılabildiğini vurgulayan Küçük, ''Kesinlikle, diğer tedavilerin uygulanmasına bir engel değil'' dedi.

Radyoaktif tedavinin bir ekip işi olduğunu vurgulayan Küçük, hastanın mutlaka klinik takibini üstlenen hekim ile nükleer tıp ve radyasyon onkologundan oluşan bir ekip tarafından değerlendirilmesi ve tedavinin bu alanda uzmanlaşmış hekim ve merkezlerde uygulanması gerektiğini söyledi. Küçük, radyoaktif tedavinin Sosyal Güvenlik Kurumu (SGK) tarafından geri ödeme kapsamında olduğunu belirterek, üniversitelerinde bugüne kadar yaklaşık 500 hastaya uyguladıklarını belirtti.

MEME VE PROSTAT KANSERİNDE BAŞARI ORANI YÜKSEK

Tedavinin özellikle ileri evre yaygın kemik metastazı olan hastalarda çok olumlu sonuçlar verdiğini anlatan Küçük, ''Prostat ve meme kanseri hastalarında radyoaktif tedavi sonrasında ağrı tamamen bitebiliyor. Hastanın hiçbir şekilde ağrı kesici alması gerekmiyor, normal yaşamını sürdürebiliyor'' diye konuştu.

Kaynak : ntvmsnc

Bu yazı KanseriTedaviEt.com'da yayınlanmıştır - Radyoaktif Madde ile Kemik Metastazlarında Ağrı Tedavisi

Yazının devamı için tıklayın...

Cilt KanseriCalifornia Üniversitesi ve Peter MacCallum Kanser Merkezinin ortaklaşa gerçekleştirdiği çalışma, kötü huylu deri kanseri olan melanomun yeni üretilen PLX4032 kod aklı kanser ilacına karşı geliştirdiği iki farklı direnç mekanizmasını ortaya çıkardı. Broad Enstitüsü’ndeki bir diğer ekipse üçüncü bir mekanizmanın daha var olduğunu keşfetti.

PLX4032, BRAF adlı gendeki bir mutasyona bağlı gelişen tümör hücrelerini hedef alan bir ilaç sınıfına ait. BRAF geniyle ifade edilen bir protein, hücre büyümesini düzenleyen sinyaller yolluyor. Gen üzerinde meydana gelen mutasyon proteinin fonksiyonunu etkileyerek aralarında melanomun da bulunduğu bir çok kanseri tetikliyor. Bu mutasyon melanom hastalarının yüzde 50 ila 60’ında tespit edilmiş durumda.

Genetik mutasyona sahip hastaların yüzde 80’i PLX4032’ye cevap vermişler fakat olumlu gelişen etkinin süresi genellikle 7 ila 10 ay arasında sürmüş. Çalışma ekibinden Dr. Roger Lo, buradaki temel noktanın hastalığın nüksetmesi sırasında gerçekte ne olduğunu anlamaya dayandığını belirtiyor.

Ekip PLX4032 ile tedavi sürecine giren hastaların tümör hücreleri üzerinde ilaç uygulanması öncesi ve sonrasına ilişkin incelemeler gerçekleştirmişler. Lo, böylece kanserin nasıl bir yöntem geliştirdiğini anlamayı umduklarını söylüyor. Bulgularsa PLX4032’nin etki süresini uzatacak bir ilaç kokteylinin kullanılmasının gerekebileceğine işaret ediyor.

Cilt Kanseri Melanom
Deneyler sırasında, bazı hastalarda kanserin kendi hücreleri dışına çok fazla protein yığarak ilaçtan kurtulmayı başardığını farketmişler. Bazı durumlardaysa NRAS olarak adlandırılan bir gende meydana gelen bir mutasyon sayesinde kanserin, BRAF mutasyonu üzerine kısa devre yaparak ilacı etkisiz kıldığı anlaşılmış. Bu iki mekanizma direnç gelişen vakaların yüzde 40’ını oluşturduğundan farklı mekanizmaların olması gerektiği de akıllara geliyor.

Farklı bir çalışmanın yürütüldüğü Broad Enstitüsü’nden Levi Garraway de aynı ilacın kullanıldığı bazı hastalarda direncin COT adlı kanser geni tarafından geliştirildiğini saptamış. Melanoma sahip olan hastalarda COT geni tarafından ifade edilmiş olan artan protein katmanlarına rastlanmış.

Araştırmacılar kanser hücrelerinin geliştirdiği farklı kaçış noktalarına yönelik farklı ilaçların biraraya getirildiği ilaç kokteyllerini şimdilik en uygun çözüm gibi görüyorlar.

Kaynak : veteknoloji.com

Bu yazı KanseriTedaviEt.com'da yayınlanmıştır - Cilt Kanseri Melanom, PLX4032 Kod Adlı Kanser İlacına Nasıl Direniyor ?

Yazının devamı için tıklayın...

Aspirin Kolon Kanseri Riskini Azaltıyor

KanseriTedaviEt.com | Pazartesi, Kasım 29, 2010 | 0 yorum »

Kalın Bağırsak KanseriAspirin kalp krizinden sonra kanser riskini de azaltıyor. Oxford’lu bilim adamları her gün alınan 75 miligramlık bir aspirinin kolon kanseri riskini azalttığını belirledi: 45 yaşından sonra her gün bir aspirin kanser riskini azaltıyor...

Oxford Üniversitesi’nin yapmış olduğu ve Lancet bilim dergisinde yayımlanan araştırmada 5 yıl süreyle aspirin alanların bağırsak kanseri riski dörtte bir oranında ve bu hastalıktan kaynaklanan ölümlerin sayısının da üçte bir oranında azaldığı sonucuna ulaşıldı.

Aspirin Kolon Kanseri Riskini Azaltıyorİngiltere’de Kraliyet Tıp Kurumu’nun düzenlemiş olduğu bir konferansta konuşan Oxford Üniversitesi nörologlarından Dr. Peter Rothwell, her gün bir aspirin aldığını ve 5 ile 10 yıl içerisinde doktorların orta yaş ve üzerindeki insanlara aspirini sadece damardaki faydalarından dolayı değil, kanseri önlemek için de tavsiye edeceğini açıkladı.

Rothwell, şu anda aspirinin başka hangi tür kanserlere faydalı olduğunun araştırıldığını ve yine de aspirinin günlük alımının tamamen kişinin kendi tercihine bırakılması gerektiğini söyledi. Aspirin konusundaki gelişmeleri yakından takip eden New Castle Üniversitesi’nden genetikçi Sir John Burn ise, aspirin kullanımını bütün insanlara tavsiye edilirse, aspirinin neden olduğu mide ve bağırsak kanaması gibi yan etkileriyle karşılaşma oranının da yükseleceğine dikkat çekti.

Kaynak : Habertürk

Bu yazı KanseriTedaviEt.com'da yayınlanmıştır - Aspirin Kolon Kanseri Riskini Azaltıyor

Yazının devamı için tıklayın...