Radyoaktif Madde ile Kemik Metastazlarında Ağrı Tedavisi

KanseriTedaviEt.com | Pazartesi, Kasım 29, 2010 | 0 yorum »

Tüm HaberlerKemik metastazlarında, bir süre sonra morfine bile direnç gösteren kanser ağrısı, radyoaktif madde ile azalıyor veya tamamen ortadan kalkıyor. Radyoterapi şansı bulunmayan hastalara, ağrı şikâyetinin başlamasıyla birlikte, diğer tedavi yöntemleriyle birlikte uygulanabilen yöntemle, hastanın yaşam kalitesi artıyor ve ömrü uzuyor.

Ankara Üniversitesi (AÜ) Tıp Fakültesi Nükleer Tıp Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Özlem Küçük, meme, prostat, akciğer gibi birçok kanser türünde ileri evrede birden fazla kemikte metastaz geliştiğini ve ağrıya yol açtığını söyledi.

Kanser hücrelerinin kemiklere yayıldıktan sonra ortaya çıkan ağrının giderek şiddetini artırdığına dikkati çeken Küçük, ağrının hastanın yaşam kalitesini düşürdüğünü, psikolojik açıdan yıprattığını ve hasta yakınlarını çaresiz bıraktığını belirtti.

Küçük, ileri evre kanser hastalarında sadece bir-iki kemikte metastaz gelişmesi durumunda halk arasında ışın tedavisi olarak bilinen ''radyoterapi'' ile ağrının şiddetinin azaltılabildiğini ya da tamamen ortadan kaldırılabildiğini anlattı. Metastazın, tüm iskelet sistemine yayılması halinde ise ışın tedavisinin uygulanamadığını vurgulayan Küçük, radyoterapinin sağlam dokuların zarar görmemesi için sadece kanserli bölge ile sınırlı tutularak yapılabildiğini vurguladı.

Küçük, ''Metastaz, tüm vücuttaki kemiklerde yayılım gösterdiğinde, radyoterapi şansı kalmıyor. Çünkü diğer dokulara harabiyet vermemek için ışın tüm vücuda uygulanamıyor. Tüm vücudun radyasyon alması, hastanın ömrünü kısaltıyor'' diye konuştu.

Radyoterapinin özellikle kemik iliği, cilt altı, kas, bağ ve yağ dokusu ile cildin dış yüzeyine yan etkileri olduğuna ve sağlam dokuları öldürdüğüne dikkati çeken Küçük, hastanın cildinde yanıklar oluşabildiğini, kemik iliği fonksiyonu bozulduğu için kansızlık görülebildiğini, kanama riskinin arttığını ve enfeksiyon riskinin yükseldiğini söyledi.

Küçük, bu gibi nedenlerle ağrılı yaygın kemik metastazlarında radyoterapi yerine ''radyoaktif tedavi'' yapılabildiğini belirterek, ''Bu tedavi yöntemi ile radyoaktif maddenin sadece kemik metastazlarında tutulmasını sağlayarak hastanın ağrı şikâyetini yok etmeye çalışıyoruz'' dedi. Metastatik odaklarda kemik yapı ve yıkımı arasındaki dengenin bozuk olduğunu dile getiren Küçük, görüntüleme metotlarında da kemik yapım ve yıkımlarının belirlenebildiğini söyledi. Küçük, radyoaktif tedavinin, doğrudan damar yolundan yapıldığını ve kemik sintigrafisinde hastaya uygulanan yöntem ile hemen hemen aynı süreci içerdiğini anlattı.

RADYOAKTİF TEDAVİ NASIL YAPILIYOR?

RadyoterapiKüçük'ün verdiği bilgiye göre, ilk olarak hastaya elinden bir damar yolu açılıyor. Yatar pozisyondaki hastaya, radyoaktif madde açılan damar yolundan veriliyor. Farklı ışınları olan radyoaktif maddeler damar yoluyla hastaya verilerek, söz konusu maddelerin kemikte tutulması sağlanıyor. Işınların etkisiyle, metastatik alanların kaybolmaya başlıyor ve ölüyor. Bir bakıma, vücut içi radyoterapi uygulaması yapılıyor.

Tedavi ile hastanın ağrıları azalırken, bir bölümünde de tamamen yok oluyor. Tedavi günübirlik bir süreci kapsıyor. Yaklaşık 5 dakika içinde ilaç tüm vücuda dağılıyor. İşlemin tamamı 10 dakikadan daha uzun sürmüyor. Hasta, tedavi sonrasında hemen günlük yaşamına dönebiliyor. Tedavi, kemiklerde ağrı başladığı anda hekime başvurulduğunda uygulanabiliyor. Tedavinin uygulanmasından 2-3 gün sonra ağrı azalıyor ve yaklaşık 3-6 ay arasında bir daha ağrı şikâyeti olmuyor. Ağrı şikâyeti oldukça radyoaktif tedavi tekrar uygulanabiliyor. Radyoaktif tedavi, 18 yaşın altındakilere, gebelere, loğusalara uygulanamıyor.

YAŞAM SÜRESİ VE YAŞAM KALİTESİ ARTIYOR

Prof. Dr. Küçük, tedavi ile hastanın ''farklı odaklardaki görünebilen metastatik odaklarının yok olduğundan hem hastanın yaşam süresinin uzadığını hem de ağrının yok olmasıyla birlikte yaşam kalitesinin arttığını'' söyledi.

Uygulama ile çevre dokuların yan etkiye maruz kalmadığına, kemik iliğinde fonksiyon kaybının görülmediğine, olumsuz deri bulguları, kanama ya da enfeksiyon riskinin olmadığına işaret eden Küçük, tedavi süreci ve sonrasında hastaların genel sağlık durumlarının bozulmadığına dikkati çekti. Küçük, radyoaktif tedavi uygulaması sonrasında, sadece bir kısım hastada enjeksiyondan sonra ağrıda hafif artış olabildiğini ifade ederek, ''Tümör hücrelerinin ölmesine bağlı olan bu durum, hastanın tedaviye cevap vereceğine dair önemli bir gösterge'' dedi.

Kanser hastalarında uykunun kaliteli alınmasının çok önemli olduğunu, bunun vücut direncini artırdığını vurgulayan Küçük, radyoaktif tedavi sonrasında hastaların uyku problemlerinin çözümlendiğini, ağrı hissetmediklerinden derin uykuya dalabildiklerini söyledi.

MORFİN BİLE ETKİ ETMİYOR

Küçük, şiddetli ağrı hisseden hastalara zaman içinde kuvvet gücü yüksek ağrı kesicilerin verildiğini, ancak hastaların bir süre sonra ağrı kesiciye bağımlı hale geldiğini ifade ederek, ''En kötüsü en yüksek ağrı kesici olan morfin bile, ilerleyen dönemde hastalara kar etmemeye başlıyor. Çünkü sürekli ağrı kesici kullanan ve ağrı arttıkça içeriği ağırlaşan ağrı kesicilere karşı bir süre sonra bağışıklık kazanılıyor ve yeterli gelmemeye başlıyor. Bu kişiler, yaşamlarının son dönemlerinde morfine bağımlı hale geliyor ve bu da yeterli gelmemeye başlıyor'' diye konuştu.

Radyoaktif tedavinin, kemoterapi, radyoterapi gibi diğer kanser tedavi yöntemleri ile birlikte yapılabildiğini vurgulayan Küçük, ''Kesinlikle, diğer tedavilerin uygulanmasına bir engel değil'' dedi.

Radyoaktif tedavinin bir ekip işi olduğunu vurgulayan Küçük, hastanın mutlaka klinik takibini üstlenen hekim ile nükleer tıp ve radyasyon onkologundan oluşan bir ekip tarafından değerlendirilmesi ve tedavinin bu alanda uzmanlaşmış hekim ve merkezlerde uygulanması gerektiğini söyledi. Küçük, radyoaktif tedavinin Sosyal Güvenlik Kurumu (SGK) tarafından geri ödeme kapsamında olduğunu belirterek, üniversitelerinde bugüne kadar yaklaşık 500 hastaya uyguladıklarını belirtti.

MEME VE PROSTAT KANSERİNDE BAŞARI ORANI YÜKSEK

Tedavinin özellikle ileri evre yaygın kemik metastazı olan hastalarda çok olumlu sonuçlar verdiğini anlatan Küçük, ''Prostat ve meme kanseri hastalarında radyoaktif tedavi sonrasında ağrı tamamen bitebiliyor. Hastanın hiçbir şekilde ağrı kesici alması gerekmiyor, normal yaşamını sürdürebiliyor'' diye konuştu.

Kaynak : ntvmsnc

Bu yazı KanseriTedaviEt.com'da yayınlanmıştır - Radyoaktif Madde ile Kemik Metastazlarında Ağrı Tedavisi

Yazının devamı için tıklayın...

Cilt KanseriCalifornia Üniversitesi ve Peter MacCallum Kanser Merkezinin ortaklaşa gerçekleştirdiği çalışma, kötü huylu deri kanseri olan melanomun yeni üretilen PLX4032 kod aklı kanser ilacına karşı geliştirdiği iki farklı direnç mekanizmasını ortaya çıkardı. Broad Enstitüsü’ndeki bir diğer ekipse üçüncü bir mekanizmanın daha var olduğunu keşfetti.

PLX4032, BRAF adlı gendeki bir mutasyona bağlı gelişen tümör hücrelerini hedef alan bir ilaç sınıfına ait. BRAF geniyle ifade edilen bir protein, hücre büyümesini düzenleyen sinyaller yolluyor. Gen üzerinde meydana gelen mutasyon proteinin fonksiyonunu etkileyerek aralarında melanomun da bulunduğu bir çok kanseri tetikliyor. Bu mutasyon melanom hastalarının yüzde 50 ila 60’ında tespit edilmiş durumda.

Genetik mutasyona sahip hastaların yüzde 80’i PLX4032’ye cevap vermişler fakat olumlu gelişen etkinin süresi genellikle 7 ila 10 ay arasında sürmüş. Çalışma ekibinden Dr. Roger Lo, buradaki temel noktanın hastalığın nüksetmesi sırasında gerçekte ne olduğunu anlamaya dayandığını belirtiyor.

Ekip PLX4032 ile tedavi sürecine giren hastaların tümör hücreleri üzerinde ilaç uygulanması öncesi ve sonrasına ilişkin incelemeler gerçekleştirmişler. Lo, böylece kanserin nasıl bir yöntem geliştirdiğini anlamayı umduklarını söylüyor. Bulgularsa PLX4032’nin etki süresini uzatacak bir ilaç kokteylinin kullanılmasının gerekebileceğine işaret ediyor.

Cilt Kanseri Melanom
Deneyler sırasında, bazı hastalarda kanserin kendi hücreleri dışına çok fazla protein yığarak ilaçtan kurtulmayı başardığını farketmişler. Bazı durumlardaysa NRAS olarak adlandırılan bir gende meydana gelen bir mutasyon sayesinde kanserin, BRAF mutasyonu üzerine kısa devre yaparak ilacı etkisiz kıldığı anlaşılmış. Bu iki mekanizma direnç gelişen vakaların yüzde 40’ını oluşturduğundan farklı mekanizmaların olması gerektiği de akıllara geliyor.

Farklı bir çalışmanın yürütüldüğü Broad Enstitüsü’nden Levi Garraway de aynı ilacın kullanıldığı bazı hastalarda direncin COT adlı kanser geni tarafından geliştirildiğini saptamış. Melanoma sahip olan hastalarda COT geni tarafından ifade edilmiş olan artan protein katmanlarına rastlanmış.

Araştırmacılar kanser hücrelerinin geliştirdiği farklı kaçış noktalarına yönelik farklı ilaçların biraraya getirildiği ilaç kokteyllerini şimdilik en uygun çözüm gibi görüyorlar.

Kaynak : veteknoloji.com

Bu yazı KanseriTedaviEt.com'da yayınlanmıştır - Cilt Kanseri Melanom, PLX4032 Kod Adlı Kanser İlacına Nasıl Direniyor ?

Yazının devamı için tıklayın...

Aspirin Kolon Kanseri Riskini Azaltıyor

KanseriTedaviEt.com | Pazartesi, Kasım 29, 2010 | 0 yorum »

Kalın Bağırsak KanseriAspirin kalp krizinden sonra kanser riskini de azaltıyor. Oxford’lu bilim adamları her gün alınan 75 miligramlık bir aspirinin kolon kanseri riskini azalttığını belirledi: 45 yaşından sonra her gün bir aspirin kanser riskini azaltıyor...

Oxford Üniversitesi’nin yapmış olduğu ve Lancet bilim dergisinde yayımlanan araştırmada 5 yıl süreyle aspirin alanların bağırsak kanseri riski dörtte bir oranında ve bu hastalıktan kaynaklanan ölümlerin sayısının da üçte bir oranında azaldığı sonucuna ulaşıldı.

Aspirin Kolon Kanseri Riskini Azaltıyorİngiltere’de Kraliyet Tıp Kurumu’nun düzenlemiş olduğu bir konferansta konuşan Oxford Üniversitesi nörologlarından Dr. Peter Rothwell, her gün bir aspirin aldığını ve 5 ile 10 yıl içerisinde doktorların orta yaş ve üzerindeki insanlara aspirini sadece damardaki faydalarından dolayı değil, kanseri önlemek için de tavsiye edeceğini açıkladı.

Rothwell, şu anda aspirinin başka hangi tür kanserlere faydalı olduğunun araştırıldığını ve yine de aspirinin günlük alımının tamamen kişinin kendi tercihine bırakılması gerektiğini söyledi. Aspirin konusundaki gelişmeleri yakından takip eden New Castle Üniversitesi’nden genetikçi Sir John Burn ise, aspirin kullanımını bütün insanlara tavsiye edilirse, aspirinin neden olduğu mide ve bağırsak kanaması gibi yan etkileriyle karşılaşma oranının da yükseleceğine dikkat çekti.

Kaynak : Habertürk

Bu yazı KanseriTedaviEt.com'da yayınlanmıştır - Aspirin Kolon Kanseri Riskini Azaltıyor

Yazının devamı için tıklayın...

Bilgisayarlı Tomografi Akciğer Kanserinin Teşhisinde Daha Etkili

KanseriTedaviEt.com | Çarşamba, Kasım 24, 2010 | 0 yorum »

Akciğer KanseriSigara tüketiminin neden olduğu akciğer kanseri tüm dünyada bir numaralı ölüm nedenlerinden biri. Akciğer kanserine yakalananların büyük ölümü, kısa sürede hayatını kaybediyor. Çoğu gelişmekte olan ülkelerde olmak üzere her yıl dünyada sigara tüketimine bağlı olarak ölenlerin sayısının 5 milyon olduğu tahmin ediliyor. Amerika’da yapılan yeni bir araştırma ise, akciğer röntgeni yerine bilgisayarlı tomografi cihazıyla akciğer kanserinin daha iyi teşhis edilebileceğini gösterdi.

Akciğer kanserine yakalananların büyük çoğunluğunun ölmesinin nedeni hastalığın erken aşamada teşhisinin zor olması. Ulusal Kanser Enstitüsü’nün yaptığı bir araştırmaya göre, düşük dozlu tomografi taraması, akciğer kanseri yüzünden meydana gelen ölümleri yüzde 20 oranında azaltıyor. Üç boyutlu görüntü alan tomografi cihazı akciğerlerin tam görüntüsünü ortaya koyabiliyor. Böylece tümörler ameliyatla alınacak kadar küçükken tespit ediliyor. Washington’daki Georgetown Üniversitesi Lombardi Kanser Merkezi’nden uzman Doktor Claudine Isaacs şöyle konuşuyor: ”Araştırma hakkında çok iyimseriz. Çok büyük ve güvenilir bir araştırma. Araştırma kapsamında göğüs röntgeni yerine tomografisi çekilen 53 bin kişinin durumu incelendi.”

TomografiAraştırmaya Amerika’daki 33 bölgeden çok sigara içen ya da sigarayı bırakan orta yaşlı ve yaşlı erkek ve kadınlar katıldı. Bu kişilerin bin 800’ü Geoergetown Lombardi Kanser Merkezi’nde araştırmaya katıldı. Üç yıl boyunca katılımcıların ya bilgisayarlı akciğer tomografisi ya da göğüs röntgeni çekildi. Akciğer kanserine yakalanıp yakalanmadıkları beş yıl boyunca izlendi. Doktor Isaacs, tomografik tarama rutin hale getirilirse çok sayıda hayat kurtarılacağını söylüyor.

Ancak pahalı olan tomografik tarama Amerika’da birçok sağlık sigortası tarafından karşılanmıyor. Gelişmekte olan ülkelerdeyse maliyetin yüksekliği daha büyük bir sorun. Bir başka kaygı kaynağı da radyasyon. Tomografi, düşük dozda da olsa röntgen cihazından 15 kat fazla radyasyon yayıyor. Doktor Isaacs tomografide kanser olmayan başka anormalliklerin de ortaya çıkabileceğini, bunun gereksiz ameliyatlara yol açacağını söylüyor. Dr. Isaacs, ”Bilgisayarlı tomografi taramasında yüzde 25 oranında hatalı sonuç alma riski var. Bu da daha ileri tarama tetkiklerine ve bazen de gereksiz biyopsi ve cerrahi müdahaleye yol açıyor,” diyor.

Bazı uzmanlarsa sigara kullananların kansere yakalansalar bile tomografi taramasının hayatlarını kurtaracağını düşünerek bu alışkanlıklarından vazgeçmeyebileceğini düşünüyor.

Kaynak : Voanews Türkçe

Bu yazı KanseriTedaviEt.com'da yayınlanmıştır - Bilgisayarlı Tomografi Akciğer Kanserinin Teşhisinde Daha Etkili

Yazının devamı için tıklayın...

Birkaç Haftadan Uzun Süren Öksürükler Kanser Habercisi Olabilir

KanseriTedaviEt.com | Çarşamba, Kasım 24, 2010 | 0 yorum »

Akciğer KanseriSağlık uzmanlarına göre, iyileşmeyen öksürükler daha ciddi hastalıkların habercisi olabilir.

Birleşik Krallık Eczacılar Odası'ndan uzmanlar uzun süren öksürüklerin kronik göğüs hastalığı ve hatta kanser işareti olabileceğini söylüyor.


Hastalığı erken teşhis etmenin, tedavi ihtimalini artıracağına dikkat çekiliyor.

Bu çerçevede, eczacılardan devam eden öksürüğü olan hastaları doktora yönlendirmeleri istendi.

'Yorgunluk ve nefes darlığına dikkat'

Kış ÖksürükleriKış aylarında milyonlarca kişi enfeksiyon kaynaklı göğüs rahatsızlığı yaşıyor ancak bu rahatsızlıkların çoğu birkaç gün ya da hafta içerisinde iyileşiyor.

Ancak Birleşik Krallık Eczacılar Odası'na göre bu rahatsızlıklardan bir kısmı akciğer kanserinin erken belirtileri olabilir.

Birkaç haftadan uzun süren, yorgunluk ve nefes darlığının da yaşandığı öksürükler doktor tarafından görülmeli.

Eczacılar Odası'nın yönetim kurulu üyelerinden Graham Phillips yaptığı açıklamada, "bir sürü kişi öksürük ilacı alıyor ya da yorgun hissettikleri için demir hapı kullanıyor" dedi ve "eğer nezle ve grip benzeri belirtiler bir türlü geçmiyorsa, sesiniz kısılıyor ya da yorgun hissediyorsanız, reçetesiz satılan ilaçları almak yerine eczacınıza danışın" diye ekledi.

Erken teşhis kritik

Akciğer kanserinin tedavisinin önündeki en büyük zorluk, belirtiler ortaya çıktığında hastalığın ilerlemiş olması.

Roy Castle Akciğer Kanseri Vakfı'nın yaptığı bir araştırmaya göre, ankete katılanların yalnızca üçte biri öksürükle akciğer kanseri arasında bir ilişki olduğunu düşünüyor.

Devam eden öksürüğü endişe verici bulanların oranı ise % 11.

Vakfın yöneticilerinden doktor Jesme Fox, kampanyanın erken teşhisi yaygınlaştırıp, daha fazla hayatın kurtarılabilmesini sağlayacağını söylüyor.

Kaynak : BBC Türkçe

Bu yazı KanseriTedaviEt.com'da yayınlanmıştır - Birkaç Haftadan Uzun Süren Öksürükler Kanser Habercisi Olabilir

Yazının devamı için tıklayın...

Okyanusta Yaşayan Symploca İsimli Bakteri Kansere Umut Olabilir

KanseriTedaviEt.com | Çarşamba, Kasım 24, 2010 | 0 yorum »

Tüm HaberlerFlorida Üniversitesi’nden Prof. Luesch’in okyanusta keşfettiği bir bakteri türünün kanser hücresini birkaç saat içinde yok etmesi amansız hastalığın tedavi umutlarını artırdı. Bu bakteriden geliştirilen ilaç FDA tarafından onaylanırsa 10 yıl içinde kanserin kökü kazınabilecek.

Amerikan Newsweek dergisi son sayısında deniz tabanında yaşayan bir bakterinin kansere karşı umut olduğunu haber yaptı. Dergiye göre hem tuzlu ve hem de tatlı suda görülen Siyanobakteri (Cyanobacteria) ailesini 1997 yılından beri inceleyen Florida Üniversitesi Tıbbi Kimya Profesörü Hendrik Luesch (40) bu aileye ait en son keşfettiği bakteri türü tıpta devrim yaratacak nitelikte.

Okyanusta Yaşayan Symploca İsimli Bakteri Kansere Umut OlabilirSiyanobakteri familyasından Symploca adındaki bakteri tümörleri yok eden bir toksin yayıyor. Symploca’yı kolon, kemik ve göğüs kanseri hücreleri üzerinde uygulayan Luesch, birkaç saat içerisinde kanserli hücrelerin büzüşerek öldüğünü, sağlıklı hücrelerin ise hiç bir zarar görmediğini gözlemledi. FDA (Amerikan Gıda ve İlaç Kurumu) bu bakteri kullanılarak üretilen ilacı onaylarsa, 10 yıl içinde birçok kanser hastalığına çare olabilecek olan ilaç eczanelerdeki yerini alacak.

Alternatif bir ezcane gibi

ABD Ulusal Kanser Enstitüsü Doğal Ürünler Dairesi Şefi David Newman bugün kullanımda olan ilaçların yüzde 60’ı doğadan ya da doğayı taklit ederek yapıldığını ve 30’un üzerinde araştırma ekibinin okyanustan elde edilmiş bileşikleri kanser, Alzheimer, Parkinson, sıtma, diyabet, depresyon ve astım gibi hastalıkların tedavisi için test ettiğini açıkladı. Doğadan ve özellikle denizden elde edilen kimyasallarla üretilen birçok ilaç bulunuyor.

- Kolestrol düşürücü bir ilaç olan Lipitor’un içeriğinde, kırmızı mayalı pirinçten elde edilmiş özütler bulunuyor.

- Madagaskar’daki bir deniz salyangozu ise Lösemi tedavisinde kullanılabilen bir kimyasal salgılıyor.

- Geçen yıl İsrailli bilimadamları, bir deniz süngerinin ölümcül mantar enfeksiyonuna karşı etkili olan bir antibiyotik içerdiğini keşfetti.

- Kızıl Deniz’deki mercanlarda cilt kanserine iyi gelen bir madde bulundu.

- FDA tarafından onaylanmış ve bir tür kemoterapi ilacı olan Trabectedin ise, denizlerde yaşayan Tulumlular hayvanının kimyevi analizinden sonra üretilebildi.

Okyanustaki yaşamı inceleyerek elde edilebilecek ilaçların bugünkü ilaç çeşitliliğini en az 10 kat artıracağı tahmin ediliyor.

Kaynak : Habertürk

Bu yazı KanseriTedaviEt.com'da yayınlanmıştır - Okyanusta Yaşayan Symploca İsimli Bakteri Kansere Umut Olabilir

Yazının devamı için tıklayın...

Biyopsi İçin Yeni Bir İğne Geliştirildi

KanseriTedaviEt.com | Pazartesi, Kasım 22, 2010 | 0 yorum »

Tüm HaberlerBiyopsi, kanser için en kesin sonucu ortaya koyan teşhis yöntemlerinin başında geliyor. Bu da genellikle bir iğneyle kanserli olduğu düşünülen dokuya girilerek, buradan hücre toplanması şeklinde gerçekleştirilen bir işlem. Artık oldukça basit bir işlem haline gelmiş olmasına karşın biyopsinin potansiyel tehlike barındırıyor olduğu fikri tam olarak göz ardı edilebilmiş değil.

Bazı kişilere göre, kanserli bir dokuyu iğne ile deşmek mevcut kötü huylu hücreleri yerinden oynatarak vücudun başka noktalarına yayılmalarına neden olabiliyor. Hücreler de gittikleri noktalarda ikincil kanserler meydana getirebiliyor.

Yeni Biyopsi İğnesiStokholm'de bulunan Karolinska Enstitüsü'nden Hans Wiksell, bu potansiyel tehlikeye karşı yeni bir çözüm üretmiş gibi. Hücre toplamak üzere girdiği dokudaki geçtiği noktaları sonrasında sterilize eden bir iğne geliştirmiş. Giriş ve toplama esnasında standart bir benzeri gibi hareket eden bu iğne, dokudan ayrılırken üzerinde bulunan minyatür bir ivmeölçer ile bunu saptayabiliyor ve bir bilgisayara iletiyor. Bilgisayar bu bilgiyi aldığı anda iğneye radyo sinyalleri göndererek ısınmasını sağlıyor ve hemen çevresini saran dokuyu adeta dağlayarak tahrip ediyor. Kulağa biraz zalimce gelse de mikro ölçekte gerçekleşen işlem sayesinde yerinden oynatılan hücrelerin çevreye yayılması büyük oranda önlenmiş oluyor. İğnenin topladığı hücreler işlem sırasında korunaklı, özel bir bölgede tutulduğundan bu sıcaklıktan etkilenmiyorlar.

Buluşunun ne derece başarılı olduğunu görmek için Dr. Wiksell, göğüs kanserine sahip 88 hastadan örnek toplamış. Bunlardan 57'sinde standart iğne, 31'inde ise yeni icadını kullanmış. Standart iğnenin kullanıldığı hastaların yüzde 77'sinde, iğnenin saplandığı yerden sızan kanda kanser hücreleri tespit edilmiş. bu oran yeni iğneyle biyopsi yapılan hastalarda ise sadece yüzde üç seviyesinde kalmış. Üstelik bu yüzde üçlük dilimdeki sızan kanda bulunan kanser hücrelerinin de iğne sıcaklığına bağlı olarak bozuldukları ve yeni bir kanser dokusu meydana getirecek özelliklerini yitirdikleri tespit edilmiş.

Parçalanan tümörlerin yeni kanserlere yol açacağı henüz kesin bir yargı olmamasına karşın, yeni buluş hiç şüphesiz daha sağlıklı ve tercih edilir bir seçenek sunuyor.

Kaynak : ntvmsnbc

Bu yazı KanseriTedaviEt.com'da yayınlanmıştır - Biyopsi İçin Yeni Bir İğne Geliştirildi

Yazının devamı için tıklayın...

Soya Ürünleri Meme Kanseri Riskini Artırır mı?

KanseriTedaviEt.com | Pazartesi, Kasım 22, 2010 | 0 yorum »

Meme KanseriSoya izoflavonlarının östrojen hormonu benzeri etkisi nedeniyle meme kanseri (östrojene bağlı) riskini artırıp artırmayacağı yönünde ciddi endişe var. Endişelerin kaynağı, deneysel koşullarda laboratuarda ve deney hayvanı çalışmalarında kanser hücrelerinin gelişimini artırması. Bu konuda yürütülmüş çok sayıda araştırmanın yanı sıra deneysel ve klinik sonuçları değerlendiren yayınlar bulunuyor.

Öncelikle soya ürünlerini sık olarak tüketen Uzakdoğu toplumlarında yürütülen saha çalışmalarında soya ürünlerinin kanser gelişimiyle herhangi bir ilişkisi bulunmadığı, hatta aksine kanser gelişimini engellediği sonucuna varılmış.

Batı ülkelerinde menopoz dönemindeki meme kanseri hastalarında tedavinin ardından soya ürünlerinin verilmesiyle meme kanserinin yeniden aktive olması gibi bir durumla karşılaşılmadığı bildiriliyor. Deneysel sonuçlarla insanlar üzerinde gözlenen sonuçlar arasındaki farklılık hala net olarak bu endişeleri giderebilmiş değil. Peki bu sonuçlardan çıkarılacak yorum ne olabilir?

KEMİK ERİMESİNE KARŞI ETKİLİ

Kanımca, öncelikle bitkisel ürünlerin vücutta büyük değişim geçirerek emildiği dikkate alınmalı. Geçen hafta da belirttiğim üzere, izoflavonlar kalın bağırsaktaki mikroorganizmalar tarafından yapısal değişikliğe uğratılarak (ekuol) emiliyor. Halbuki deneysel çalışmalar doğrudan değişime uğramamış izoflavonlarla yürütülüyor. Dolayısıyla mevcut bulgulara göre deneysel sonuçlara dayandırılan bu endişelerin insanlar için geçerli olmadığı görülüyor.

Batı ülkelerinde yürütülen dört yıl süreli bir klinik çalışmanın sonuçları bu yıl sonunda alınacak. Uzun süreli bu çalışmanın sonuçlarının bu konuda daha aydınlatıcı olacağını umuyorum.

Soya Fasulyesi
Geçen hafta soya fasulyesinden elde edilen izoflavonlarının menopoz döneminde kadınlarda kemik erimesi ve kemik kırılması riski üzerindeki etkisinden bahsetmiştik. Deneysel bulgular sadece soya izoflavonlarının değil, soya proteinlerinin de kemik erimesinde yararlı olabileceğini gösteriyor. Yayımlanan bir çalışmada sıçanlara (rahmi alınmış ve alınmamış iki ayrı grup halinde) ağız yoluyla insanların günlük beslenmesinde yer alan soya proteini, buğday proteini ve pirinç proteini gibi bazı bitkisel proteinlerle kesilmiş süt suyundaki proteinler (peyniraltı suyu) iki hafta boyunca uygulanmış.

Süre sonunda hayvanların incik kemiğinde kemik mineral yoğunluğundaki değişimin yanı sıra sonuçlar tomografiyle izlenmiş. Çalışma sonucunda soya proteini ve kesilmiş süt suyu proteini verilmesiyle kemik mineral yoğunluğunda belirgin artış sağlanırken buğday ve pirinç proteinlerinin belirgin bir etkisi bulunmadığı bildiriliyor.

Ancak soya proteini ve peyniraltı suyu farklı şekillerde etki ediyor. Soya proteinlerinin de soya izoflavonları gibi kalsiyum metabolizması üzerinde etkisi bulunmuyor, östrojen hormonu eksikliğinin kemiklerde yol açtığı mineral kaybını engelliyor. Buna karşılık peyniraltı suyu kalsiyum emilimini artırarak kemik mineral yoğunluğunu koruyor.

AYNI BİLEŞİK NOHUTTA DA VAR

Peki bu deneylerin sonuçlarını nasıl değerlendirebiliriz? Öncelikle kemik kaybının önlenmesine yönelik önlemlerin gençlik döneminde alınması gerekir. Yani genç kadınların soya ürünleri ve peyniraltı suyu içeren ürünleri sistemli olarak kullanması menopoz dönemini daha rahat geçirmelerini sağlayabilecektir. Menopoz döneminde ise kemik mineral yoğunluğunun desteklenmesi amacıyla bu ürünlerin kullanılması yararlı olacaktır.

Diğer yandan izoflavonların zayıf bir östrojenik etkisi (kadınlık hormonu benzeri etkisi) bulunmaktadır (fitoöstrojen). Dolayısıyla vücudunda östrojen hormonu üretilen genç ya da henüz menopoza girmemiş kadınlarda izoflavonlar östrojen hormonuyla yarışarak hormonun etki göstereceği kısımlara (reseptör) bağlanır ve bağlanacak yer bulamayan hormon ise karaciğerde parçalanır. Bu suretle, soya izoflavonları adet dönemlerinde hormon salınmasına bağlı olarak görülen sıkıntıların hafifletilmesinde yararlı olabilmektedir. İzoflavonların kaynağı sadece soya fasulyesi değil. Nohut, kırmızı yonca gibi bitkilerde de bu tip bileşikler bulunmaktadır.

Prof. Dr. Erdem Yeşilada

Kaynak : Star

Bu yazı KanseriTedaviEt.com'da yayınlanmıştır - Soya Ürünleri Meme Kanseri Riskini Artırır mı?

Yazının devamı için tıklayın...

Köpekbalığı Eti ve Ürünleri Kansere Karşı Etkili Değil !

KanseriTedaviEt.com | Pazartesi, Kasım 22, 2010 | 0 yorum »

Tüm HaberlerKöpekbalığının kansere yakalanmayan tek canlı olduğu ve bu nedenle köpekbalığından elde edilecek kıkırdak, karaciğer yağı gibi ürünlerin de kansere karşı koruyucu olduğuna inananlara onkologlardan yanıt geldi: “Hiçbir bilimsel dayanağı yok, kansere karşı etkili değil.”

Son günlerde kanser hastalarının yeni gündemini köpekbalığı eti ve ürünlerinin kanserde etkili olup olmadığı konusu oluşturuyor. Kimi hastaların doktorlarından bilgi alma talebi, kimilerininse balıkçılardan köpek balığı siparişlerinin artmasına yol açan, özellikle Ak Parti milletvekili Kürşat Tüzmen’in cilt kanserini yenmek için köpek balığı eti yediğini söylemesi üzerine artan tartışmalarını uzmanlar değerlendirdi:

‘Bilimsel dayanağı yok’

Köpekbalığı Eti ve Ürünleri Kansere Karşı Etkili Değil !- Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Tıbbi Onkoloji Bilim Dalı öğretim üyesi Prof. Dr. Gökhan Demir: “Hiç alakası yok. Tamamıyla ‘köpek balıklarında kanser oluşmuyor’ inanışıyla ortaya çıkan bir efsane. Bu spekülasyon köpek balığı kıkırdağının etkili olduğu söylemiyle başladı. Bu ürün ABD’de onay aldı. Şimdi de köpek balığının karaciğeri ve karaciğer yağının etkili olduğu iddialarıyla devam ediyor. Bu ürünlerin hiçbirinin destekleyici olmak yanında ki, o da tartışılır, hiçbir yararı yok. Hastalarımız son dönemde sürekli bunu soruyor. Onlara da söylüyorum bu ürünlerin hiçbir bilimsel dayanağı yok. Bu ürünlerin kanser hücreleri üzerinde etkinliğiyle ilgili klinik olarak gösterilmiş hiçbir kanıt yok.”

‘Etkisi kanıtlanmadı’

- 19 Mayıs Üniversitesi Tıp Fakültesi Tıbbi Onkoloji Bilim Dalı Başkanı İdris Yücel: “Köpek balığıyla ilgili bu konular daha önce de gündeme geldi. O dönemde ABD’de kanserle uğraşan ciddi kurumlarca araştırıldı ve hala etkisi olduğu kanıtlanmadı. Yardımcı tıp anlamında bu ürünler kullanılıyor ama bilimsel olarak herhangi bir kanser türünü iyi ettiği ispatlanmadı. Kanıta dayalı tıbba göre tedavi edici özelliği bulunmuyor. Tüzmen’in de hastalığıyla ilgili cerrahi ve onkolojik tedavileri kesinlikle yapılmıştır. Kanımca kendisine yapılan tedavilerle iyileşmiştir.”

Kansere karşı etkili diyenlerin iddiaları neler?

- Köpekbalığı karaciğeri, kemik iliğinde ve anne sütünde doğal olarak bulunan “Alkilgliserol” maddesi içeriyor. Bu nedenle köpek balıkları doğada hiç kanser olmayan ender canlılardan.
- Köpekbalığı kıkırdağı, hastalıklarla savaşmak için bağışıklık sistemini canlandıran belirli proteinler içerir.
- Köpekbalığının kıkırdağındaki aktif madde direkt tümöre etkili değil ancak yeni kılcal damarlarla beslenmesini ve büyümesini durdurabiliyor.

Kaynak : Milliyet

Bu yazı KanseriTedaviEt.com'da yayınlanmıştır - Köpekbalığı Eti ve Ürünleri Kansere Karşı Etkili Değil !

Yazının devamı için tıklayın...

Kanser Tedavisine Yardımcı Olan Bitkiler Nelerdir ?

KanseriTedaviEt.com | Pazartesi, Kasım 22, 2010 | 0 yorum »

TavsiyelerEge Üniversitesi Tıp Fakültesi Tıbbi Onkoloji Bilim Dalı öğretim üyesi Doç. Dr. Canfeza Sezgin, kaleme aldığı ''Hangi Kansere Hangi Bitki?'' adlı kitabıyla farklı kanser türlerine karşı bitkilerden nasıl yararlanılabileceğini anlattı.

Bugün kullanılan ilaçların önemli bir kısmının doğal ürünlerden geliştirildiğini ifade eden Sezgin, çalışmalarda doğal ürünler içindeki çeşitli maddelerin kansere karşı etkinliklerini değerlendirildiğini ve etkili olan maddeler ayrıştırılarak, ilaç geliştirme safhasına alındığını belirtti.

Kanser tedavisinin, şifalı bitkilerin tıbbi tedavi amacıyla kullanılması yoluyla yapılmasının hiçbir bilimsel fitoterapi (bitkilerle tedavi) otoritesi tarafından kabul edilmediğine dikkati çeken Sezgin, ancak yayımlanan makale ve araştırmalarda, fitoterapik ürünlerin, kemoterapi, hormonal tedavi veya radyoterapi gibi kanser tedavilerinin yanında kullanıldığının belirtildiğini anlattı.

Peki hangi kansere karşı hangi bitki etkili? Kitapta yer alan bilgilerden birkaç başlık;

Aloe Vera• Aloe veranın, hücre, hayvan ve insan çalışmalarında bağışıklık sistemini düzenleyici etkilerinin bulunması nedeniyle cilt kanserlerinden korunmada yararlı olabileceği düşünülüyor.

• Arı poleni, akciğer, beyin, kalın bağırsak, lösemi, malign, melanom, meme ve prostat kanserinde etkili. Ayrıca akciğer kanserine karşı koruyucu.

• Biberiye, akciğer, cilt, kalın bağırsak, lösemi ve meme kanserine karşı koruyucu.

• Karayılan otu, prostat kanserinin tedavisinde etkili.

• Brokoli, idrar yolları ve idrar torbası, kalın bağırsak ve meme kanserleri ile mücadelede etkili aynı zamanda bu kanserlere karşı da koruyucu.

• Buğday çimi, meme kanserinde etkili.

• Cezayir menekşesi, çeşitli organ kanserleri, lenfoma ve löseminin tedavisinde yardımcı. (Ancak, doktor kontrolü dışında kullanılmaması gerekir. Zararlı yan etkiler yapabildiği unutulmamalı)

• Çemenotu, kalın bağırsak, karın zarı, kemik, lösemi, meme kanserinin tedavisinde etkili.

• Çörekotu, akciğer, baş-boyun, kalınbağırsak, karaciğer, karın zarı, lösemi, lenfoma, meme, pankreas, prostat, yumuşak doku kanserlerinin tedavisinde yardımcı.

• Devedikeni, akciğer, baş-boyun, idrar yolları ve idrar torbası, kalın bağırsak, prostat kanserine karşı etkili.

• Dut, kanser hastalarına destek gıda olarak dikkati çekiyor. Beyaz, kara ve kırmızı dut, yüzyıllardır geleneksel Çin ve Japon tıbbında kullanılıyor.

• Ekinezya, kalın bağırsak ve pankreas kanserinde etkili.

• Greyfurt, kansere karşı koruyucu etkisi var. Ancak son yıllarda yeni anlaşılan greyfurt-ilaç etkileşimleri unutulmamalı.

• Isırganotu, prostat kanserinde etkili.

• Karahindiba, kalınbağırsak, karaciğer, lösemi, malign melanom, meme ve rahim kanserinin tedavisinde yardımcı olabileceği düşünülüyor.

• Keten tohumu, kalınbağırsak, malign melanom, meme ve prostat kanserinde etkili.

• Kızılcık, akciğer, baş-boyun, kalınbağırsak, karaciğer, meme, prostat, yemek borusu ve yumuşak doku kanserlerinde etkili.

• Kudret narı, baş-boyun, cilt, idrar yolları ve idrar torbası, lenfoma, lösemi, malign melanom, meme ve prostat kanserlerinde etkili.

• Nar, baş-boyun, kalınbağırsak, lösemi, meme ve prostat kanserlerinde etkili. Narın, ayrıca kansere karşı koruyucu etkisi var.

• Ökseotu, akciğer, baş-boyun, karaciğer, karın zarı ve meme kanserinde etkili.

• Sarımsak, meme kanserinde etkili. Sarımsak, ayrıca kalınbağırsak, mide ve prostat kanserlerine karşı koruyucu etkisi bulunuyor.

• Üzümün, kansere karşı koruyucu etkisi var. Günümüzde üzüm çekirdeği ve kabuğunda bulunan kimyasal maddelerin kuvvetli antioksidan olduğu gösterilmiştir. Üzümde bulunan kimyasal maddelerin, kanser, kalp-damar hastalığı, santral sinir sistemi hastalıkları üzerine koruyucu ve tedavi edici özellikleri olduğu saptanmıştır.

• Yabanmersini, kalınbağırsak ve lösemide etkili.

• Yeşil çay, akciğer, baş-boyun, beyin, kalın bağırsak, karaciğer, lenfoma, lösemi, malign melanom, meme ve prostat kanserinde etkili. Siyah çayın fermente edilmemiş hali olan yeşil çayın ayrıca, kansere karşı koruyucu özelliği bulunuyor. Hem siyah hem de yeşil çay bol miktarda antioksidan madde içeriyor. İçinde polifenoller daha yüksek oranda olduğu için yeşil çay, siyah çaydan daha faydalı. Yeşil çay, kuvvetli antikanserojen, antioksidan ve kilo kaybettirici bir besin maddesi. Yeni yapılan bir çalışma, yeşil çay ve üzüm ekstraktlarının (Kurutulmuş bitkilerden, özel yöntemler kullanılarak elde edilen, ilaç ham maddesi olarak da kullanılan bitki özleri), kansere karşı birbirlerinin etkilerini artırdığını ortaya koydu.

• Zencefil, akciğer, kalın bağırsak, karaciğer, lenfoma, lösemi, malign melanom, meme, mide, pankreas ve yumurtalık kanserinde etkili. Zencefilin kanser hücrelerine etkisiyle ilgili laboratuvar çalışmaları yapıldı. Bu çalışmalarda, zencefilin akciğer, kalın bağırsak, malign melanom, meme, mide, karaciğer, pankreas, yumurtalık kanseri ile lösemi ve lenfoma hücrelerini öldürdüğü saptandı.

• Zerdeçal, baş-boyun, cilt, idrar olları ve torbası, kalın bağırsak, meme, mide, pankreas ve rahim ağzı kanserinde etkili. Yeni yapılan çalışmalar, zerdeçalın normal olmayan hücrelerin ve kanser hücrelerinin çoğalmasını engellediğini ortaya koydu. Zerdeçalın, özellikle kanser hücrelerinin yaşamasını sağlayan enzimin aktivitesini azalttığı belirlendi.''

Kaynak : ntvmsnbc

Bu yazı KanseriTedaviEt.com'da yayınlanmıştır - Kanser Tedavisine Yardımcı Olan Bitkiler Nelerdir ?

Yazının devamı için tıklayın...

Loseminin Seyrini Gen Değişimi Belirliyor

KanseriTedaviEt.com | Pazartesi, Kasım 22, 2010 | 0 yorum »

LösemiBilim adamları, myeloid lösemi nedeniyle yaşamını yitiren bir kadının gen haritasını çıkardı ve bir gendeki değişimlerin bu hastalıktan hızlı ölüme yol açabildiğini belirledi.

Gendeki değişimler, löseminin hızlı ilerleyip ilerlemeyeceğinin ve öldürücü olup olmayacağının önceden belirlenmesini sağlayabilir.

Washington Üniversitesi’nden bilim adamları, löseminin nadir rastlanan, ancak hızlı ilerleyen ve öldürücü türü akut myeloid lösemi (AML) nedeniyle yaşamını yitiren bir kadının gen haritasını çıkardı ve bir gendeki değişimlerin bu hastalıktan hızlı ölüme yol açabildiğini ortaya çıkardı.

Lösemi300 hastanın katıldığı araştırmada genler karşılaştırıldı ve DNMT3A geni değişime uğrayanların ortalama yaşam süresinin hastalığın teşhisinden sonra bir yılı biraz aştığı, değişime uğramamış gene sahip kişilerde ise bu sürenin yaklaşık 3,5 yıl olduğu görüldü.

"New England Journal of Medicine" dergisinin internet sitesinde yayımlanan makalede bilim adamları, geniş çaplı başka araştırmalarda bu gendeki değişimlerin rolü kesinleşirse teşhis sırasında değişimleri tespit edilebilecek testlerin yapılabileceğini ve uygun tedavinin belirlenebileceğini belirttiler.

DNMT3A geni, fetüsün gelişiminde ve yaşam boyunca kan hücrelerinin oluşumunda önemli rol oynuyor.

Kaynak : ntvmsnbc

Bu yazı KanseriTedaviEt.com'da yayınlanmıştır - Löseminin Seyrini Gen Değişimi Belirliyor

Yazının devamı için tıklayın...

LösemiKanadalı bilim adamları, kan kanserinin tedavisinde önemli bir başarıya imza atarak, kan kanseri hastasının cildinden genetik mutasyona uğramayan sağlıklı kan hücreleri üretti.

Hamilton kentindeki McMaster Üniversitesi Kök Hücre ve Kanser Araştırmaları Enstitüsü bilim adamlarından Prof. Mike Bhatia başkanlığındaki ekibin bir süredir yürüttüğü çalışmanın sonuçları, bilim dergisi Nature'ın bu ayki sayısında da yayımlandı.

Kan kanseri hücreleriÇalışma ile ilgili açıklamada bulunan Prof. Bhatia, ''Kan kanseri olan yetişkin hastadan aldığımız deriyi, Petri tabağında protein ve fibroblastlarla (kan yapıcı hücreler) 1 ay boyunca banyo yaptırdık. 1 ayın sonunda tabakta yeni, sağlıklı ve genetik mutasyona dayanıklı kan hücreleri elde ettik. Elde edilen kanı, kaynağı kendi vücudu olduğu için hasta vücudunun reddetmesi de sözkonusu değil'' dedi.

Bu sistemin, 2012 yılından itibaren kliniklerde kullanılmaya başlanmasının olası olduğunu kaydeden Prof. Mike Bhatia, ''Bu yolla, anemi ve lösemi başta olmak üzere, kemoterapi uygulanan bazı kanserlerin tedavisi ile ameliyatlarda daha net tedavi imkanına kavuşacağız. Şu anki tek engelimiz, yetişkin bir hastaya gerekli olan sağlıklı kan hücrelerini elde edebilmek için ne kadar cilde ihtiyacımız olduğu. Bu konuda da ümitsiz değiliz'' dedi.

Öte yandan Prof. Mike Bhatia, ''Elimizde, insan cildinin dönüştürülmesinden sadece kan değil, başka şeyler de elde edebileceğimize dair deliller var. Ancak bunları çalışmalar tamamlanınca açıklayacağız'' diye konuştu.

Kaynak : ntvmsnbc

Bu yazı KanseriTedaviEt.com'da yayınlanmıştır - Kan Kanseri Hastasının Cildinden Sağlıklı Kan Hücreleri Üretildi

Yazının devamı için tıklayın...

Denizanaları Kanser Teşhisinde Kullanılabilir

KanseriTedaviEt.com | Çarşamba, Kasım 03, 2010 | 0 yorum »

Tüm HaberlerYork Üniversitesi'ndeki araştırmacılar, denizanalarının karanlıkta ışık saçabilmelerine imkân tanıyan aydınlık hücrelerin, özel bir kamera ile birlikte, vücudun iç bölgelerinde yuvalanmış olan kanserli hücrelerin görüntülenmesini sağlayabileceğini belirtiyorlar.

Araştırmanın başındaki Profesör Norman Maitland, denizanalarındaki ışınır hücreleri insanda kanserli hücrelerin bulunduğu yerlere enjekte için bir yöntem geliştirdiklerini söyledi.

Maitland fosforlu hücrelerin aydınlatması sayesinde özel kameraların tümörün nerede olduğunu ortaya çıkarabildiğini de belirtti.

DenizanasıYork Üniversitesi araştırmacılarının geliştirdikleri yöntem, denizanalarından floresanlı hücreleri alabilen bir metot geliştirdiği için 2008 yılında Nobel Ödülü alan Dr Roger Y. Tsien'in çalışmalarının bir devamı niteliğinde.

Profesör Maitland, Y Tsien'in çalışmalarından haberdar olduklarında, bu yöntemi kanserli hücrelerin teşhisinde kullanmayı düşündüklerini söyledi.

Vücudun farklı yerlerine çok küçük miktarlarda yayılmış olan kanserli hücreler, geleneksel tarama yöntemleriyle erken aşamalarda çoğunlukla fark edilemediğinden teşhiste geç kalınabiliyor.

Kaynak : Radikal

Bu yazı KanseriTedaviEt.com'da yayınlanmıştır - Denizanaları Kanser Teşhisinde Kullanılabilir

Yazının devamı için tıklayın...

Perforin Proteininin Çalışma Yapısı Çözüldü

KanseriTedaviEt.com | Salı, Kasım 02, 2010 | 0 yorum »

HaberAvustralya ve İngiltere’nin ortaklaşa gerçekleştirdiği proje, kanser hücreleri ile virüslerce enfekte olmuş normal hücreleri öldüren perforin adlı proteinin yapısını ve işleyişini açıklıyor.

Nature dergisinde yayınlanan ve proje dahilindeki çalışmayı özetleyen makalenin yazarlarından Prof. James Whisstock, perforinin varlığının 1980 yılından bu yana bilindiğini, fakat yapısı ile çalışma mekanizmasının gizemini koruduğunu söylüyor.

Araştırma ekibinin bir bölümü Monash Üniversitesi’nde bulunan Synchrotron adlı büyük, dairesel parçacık hızlandırıcıyı kullanarak, perforin kristalleri üzerine x ışınlarını çarptırmışlar. Sonrasında perforinlerce meydana getirilen x ışın kırınımları ölçülerek proteinlerin yapısı ortaya çıkarılmış.

PerforinBu süreç işlerken Londra’da bulunan diğer ekip, önceki gibi bir diğer kristalografi tekniği olan kriyo elektron mikroskobi yöntemini kullanarak, perforinlerin zarlar üzerindeki gözenekleri nasıl oluşturduğunu incelemişler. İki ekibin ulaştığı sonuçların birleştirilmesiyle perforin proteininin işleyişini gösteren bir tablo elde edilmiş.

Whisstock sonuçlara bakarak, perforinin anahtara benzeyen uzun, ince ve oldukça yassı bir yapıda olduğunu açıklıyor: “Proteinin, anahtarın elle tutulan kısmına benzer şekilde genişleyen bölümü hücre zarına bağlanırken, uzun kısmı diğer perforin moleküllerindeki kilitlere tutunuyor. Takip eden süreçte bir daire yapısı meydana getiren proteinler, hücre zarında bir gözenek meydana getirerek, T-hücrelerinden gelen sitotoksik (hücrede zehir etkisi yaratan) moleküllerin içeri girmelerine ve hücreyi yok etmelerine olanak sağlıyor.”

Perforin proteinlerinin, T-hücrelerinin yanlışlıkla sağlam dokulara saldırdığı Tip 1 diabet gibi otoimmün hastalıklarla da ilişkili olduğu düşünülüyor. Projeyle birlikte protein yapı ve çalışma mekanizmasının ortaya konması, bu tip hastalıkların tedavisinde etkin bir çözüm bulunma ihtimalini de güçlendiriyor.

Kaynak : ntvmsnbc

Bu yazı KanseriTedaviEt.com'da yayınlanmıştır - Perforin Proteininin Çalışma Yapısı Çözüldü

Yazının devamı için tıklayın...

Beyin KanseriEn hızlı yayılan beyin kanseri türlerinden glioblastomaya yakalanan hastalara, teşhis konduktan sonra ortalama 15 ay ömür biçiliyor. Duke Üniversitesi’nden araştırmacılarsa hastalığın yayılmasını önlemek amacıyla yeni bir aşı üzerinde çalışıyor. Aşının klinik deneylerinde olumlu sonuçlar alınması hem hastaların hem de bilim adamlarının umutlarını arttırdı.

İki yıl önce glioblastoma türü beyin kanseri teşhisi konan Karen Vaneman ameliyat olduktan, kemoterapi ve radyoterapi gördükten sonra Duke Üniversitesi Tıp Merkezi’ndeki beyin kanseri aşısının klinik deneylerine katıldı. Tedavi başladıktan iki yıl sonra doktorlar, durumun iyiye gittiğini söylüyor. Oysa glioblastoma hastaları genellikle teşhisten 15 ay sonra hayata veda ediyor. Duke Üniversitesi Tıp Merkezi’nden Doktor John Sampson, aşının, bazı kanser türlerindeki bir proteini hedef aldığını söylüyor: ”Bu aşının en olağanüstü yanı, glioblastoma türü beyin kanseri olan bazı hastalarımızın en az 5 yıl hayatta kalmalarını sağlaması. Bu hastalarda tümörün geri geldiğini görmedik.”

Doktor Sampson glioblastoma hastalarının hayatta kalma oranının düşüklüğünün beyindeki bazı kanserli hücrelerin tedaviye yanıt verirken diğerlerinin tepkisiz kalmasından kaynaklandığını söylüyor.

Sampson şöyle konuşuyor: ”Hücrenin biri kemoterapiden etkilenirken diğeri radyasyon tedavisine yanıt verebiliyor. Üçüncü bir tür kanserli hücreyse her iki tedavi yöntemine de tepki vermeyebiliyor.”

Beyin TümörüBeyin tümörlerinin genetik yapısını, özellikle de glioblastoma vakalarındaki genetik mutasyonları inceleyen Northwestern Üniversitesi’nden Doktor Markus Bredel, beyin tümörü oluşumunun nedenlerini araştırıyor. Bredel şöyle konuşuyor: ”Genlerden hangilerinin glioblastoma türü beyin kansere yolaçtığını, hangi genlerinse kanser oluşumunda etkisiz kaldığını bulmak zorundayız.”

Araştırmacılar beyin kanseri aşısının bağışıklık sisteminin kanserli hücreleriyle mücadele edecek antikorlar üretmesine de yardımcı olduğunu söylüyor. Amerika’da her yıl yaklaşık 10 bin kişiye glioblastoma teşhisi konuyor. Klinik deneylerin sonuçları olumlu olsa da uzmanlar ekonomik kriz döneminde aşı geliştirmenin zor olduğunu hatırlatıyor. Doktor Sampson şöyle konuşuyor: ”Ekonomik kriz dönemlerinde ilaç geliştirmeye çalışmak çok zor. Ekonomik durum iyileştikçe ve beyin kanseri ilaçlarının üretilmesi kolaylaştıkça ilaç firmalarının yeniden bu alana yatırım yapmaya başlayacağını umuyoruz.”

Ulusal Kanser Enstitüsüne göre, beyin kanseri Amerika’da en çok ölüme neden olan kanser türlerinden biri.

Kaynak : VOA News

Bu yazı KanseriTedaviEt.com'da yayınlanmıştır - Glioblastoma Türü Beyin Tümörüne Karşı Yeni Bir Aşı Geliştirildi

Yazının devamı için tıklayın...