Uzun Boylular Testis Kanseri Riski fazla

KanseriTedaviEt.com | Perşembe, Ekim 28, 2010 | 0 yorum »

Tüm HaberlerAmerikalı bilimadamları uzun boylu erkeklerin testis kanserine yakalanma riskinin daha fazla olabileceğini söylüyor. 10 bin erkekle ilgili verileri inceleyen uzmanlar, her beş santimetre farklılıkta testis kanseri riskinin yüzde 13 daha arttığını tespit etti.

Bilimadamları, bu tespite rağmen uzun boyla kanser arasındaki ilişkinin sırrını çözebilmiş değiller.

İngiliz Ulusal Kanser Enstitüsü, aile üyelerinde bu hastalığın görülmesi gibi faktörlerin, testis kanserine yakalanma riskini daha fazla artırdığına dikkat çekti.

İngiltere'de 210 erkekten birinde testis kanseri var. Bu, erkeklerde görülen kanser vakalarının yüzde birine karşılık geliyor.

Ülkede her yıl 2000 kişiye testis kanseri teşhisi konuluyor.

ABD'deki araştırma testis kanseriyle ilgili 13 ayrı çalışma birleştirilerek yapıldı.

Araştırmada başlangıçta kanserde boy ve kilo arasında bir ilişki olup olmadığına odaklanıldı.

Böyle bir ilişki tespit edilemedi ancak, uzun boylularda testis kanserinin daha yaygın olduğu sonucuna ulaşıldı.

Testis kanseri 35 yaşın altındaki erkeklerde daha sık görülen bir hastalık.

Kaynak : BBC Türkçe

Bu yazı KanseriTedaviEt.com'da yayınlanmıştır - Uzun Boylularda Testis Kanseri Riski Daha Fazla Olabilir

Yazının devamı için tıklayın...

Pankreas KanseriAmerika’da bulunan Harvard Üniversitesi tarafından yapılan bir araştırmaya göre diş eti rahatsızlıkları ile pankreas kanseri arasında bir bağ olduğu belirtiliyor.

Son yıllarda sayısı gittikçe artan pankreas kanseri vakaları Amerika Birleşik Devletleri’nde de kanser ölümleri listesinde 4. sırada. Harvard Tıp Okulu’na göre her yıl on binlerce kişi pankreas kanseri nedeniyle hayatını kaybediyor.

Bugüne kadar yapılan araştırmalara göre ağız sağlığımız kalp hastalıkları, kalp krizi, mide şikâyetleri gibi birçok hastalığın zeminini hazırlıyor. Yapılan bu araştırma ise pankreas kanseri ve ağız sağlığı arasındaki ilk somut kanıt niteliğinde.

Diş eti RahatsizliklariSöz konusu araştırmaya 1986 yılında başlandı ve sağlık sektöründe çalışan 50 bin üzerindeki erkek kayıt altına alındı. 1986 ve 2002 yılları arasında araştırmacılar pankreas kanseri görülen 216 kişinin 67’sinin ağız sağlığı sorunu yaşadığını gözlemledi. Özetle diyabet, sigara tüketimi ve diğer etmenler göz önüne alındığında sonuçlar, diş eti rahatsızlığı olan erkeklerden % 63’ünün pankreas kanserine yakalandığını gösteriyor.

Harvard Üniversitesi’nde asistan profesör olan Dr. Dominique Michaud, pankreas kanseri ve diş eti rahatsızlıkları arasındaki bağı şu şekilde anlatıyor: "Diş eti rahatsızlığı olan kişiler sistemik inflamasyonun biyolojik göstergeleri olan serumları artırıyor. Bunun sonucunda kanser hücrelerinde artış görülüyor."

Dr. Michaud diş eti rahatsızlıklarının ağızda bulunan kanserojen maddeleri ve bakterileri artırmasının da bu bağlantının nedeni olabileceğini belirtiyor. "Tüm vücut birbiriyle etkileşim halinde olduğundan, en ufak bir sorun başka daha büyük sıkıntılara neden olabilir. Bu nedenle çocukluktan itibaren dişlerin bakımına önem verilmeli, diş fırçalama alışkanlığı kazanılmalıdır. Bazı durumlarda ise bu tür rahatsızlıklar kalıtsal olabileceği veya başka nedenlerle yaşanabileceği için her 6 ayda bir diş doktoruna gidilmelidir."

Kaynak : Milliyet

Bu yazı KanseriTedaviEt.com'da yayınlanmıştır - Diş Eti Hastalıkları ve Pankreas Kanseri Arasında İlişki Bulundu

Yazının devamı için tıklayın...

Meme KanseriOncotype Dx testi, yan etkileri ile yaşam kalitesini önemli ölçüde düşüren kemoterapiye gerek olup olmadığını belirliyor. Testte düşük riskte çıkan meme kanseri hastasına kemoterapi yapılmıyor.

ABD' de sekiz, Avrupa’da ise on kadından birinde meme kanseri görülüyor. Türkiye’de her 12 kadından biri meme kanserine yakalanıyor. Erken adet görmek, geç menopoza girmek, ilk doğumu 30 yaşından sonra yapmak, hiç doğum yapmamış ve emzirmemiş olmak kansere giden yolda kadınların riskini artırıyor.

Hastalık, kadınlarda görülen kanserler arasında birinci sırada yer alıyor. Hastalığın görülme sıklığı tüm dünyada hızla artıyor. Sevindirici olan ise meme kanserinde görülme sıklığı artarken, ölüm oranının düşüyor olması. Acıbadem Maslak Hastanesi Meme Hastalıkları Kliniği Başkanı Prof. Dr. Cihan Uras, bu noktada erken tanı ve tarama programlarının önemine vurgu yapıyor. Çünkü Uras, tarama programlarıyla erken evrede yakalanan meme kanserinde tedavi başarısının yüzde yüze yakın olduğunu söylüyor.

Hastalığın tedavisindeki yenilikleri ve gelişmeleri anlatan Prof. Uras, meme kanseri tedavisinde son yılların en önemli gelişmesinin ‘Oncotype Dx’ testi olduğunu söyledi.

SAÇLARI DÖKMEYEN KEMOTERAPİ

Bazı kanser türlerinde hem yan etkileri daha hafif hem de saçları dökmeyen kemoterapi ilaçları kullanılıyor. Ancak bu tür ilaçlar henüz meme kanseri tedavisinde yer almış değil. Prof. Cihan Uras, ‘‘Meme kanserinde şu an kullandığımız ilaçlar saçları döküyor. Etkili bir tedavi yapmak için bu ilaçları kullanmak zorundayız. Çünkü bu, çoğalan hücrelere yönelik bir tedavi. Saçlar da çoğalan hücreler olduğu için kemoterapi saçlara da etki ediyor” dedi.

Ancak bazı meme kanserlerinde kemoterapiye gerek olmayabileceğini belirten ve bunun tespiti için ‘Oncotype Dx’ yönteminin kullanıldığını belirten Prof. Uras, meme kanseri tedavisindeki son gelişmelerden biri olan ‘Oncotype Dx’’ hakkında ise şu bilgiyi verdi:

KEMOTERAPİ NE ZAMAN GEREKLİ?

“Bazı hastalarımız, hormona duyarlılık durumlarına göre ‘kemoterapi yapalım mı yapmayalım mı?’ sınırında oluyorlar. Hormona duyarlı tümörü olan hastalarımızda kemoterapi mi, hormon tedavisi mi yapılacağına karar vermek için ‘Oncotype Dx’ testini yaptırıyoruz. Testin sonucu düşük, orta ve yüksek riskte çıkıyor. Eğer düşük riskte çıkarsa hasta kemoterapi olmaktan kurtulmuş oluyor. Yani Oncotype Dx testi, kadının gereksiz yere kemoterapi almasının önüne geçiyor, böylece hasta, kemoterapinin olumsuz yan etkilerine de maruz kalmamış oluyor. Ama testin sonucu yüksek riskli çıkarsa o zaman bu grubu da kemoterapi yapılması zorunlu oluyor.”

ROLL TEKNİĞİNİN SAĞLADIĞI AVANTAJLAR

Prof. Uras, son yıllarda kullanılan ve tümörün radyoaktif madde ile işaretlenerek çıkarılması esasına dayanan ROLL tekniğinin de önemli gelişmelerden biri olduğunu söyledi. Uras’a göre, teknik, hastaya önemli avantajlar sağlıyor:

“Bu yöntem sayesinde ele gelmeyen tümörler doğru ve yeterli olarak çıkarılır. Gereksiz yere fazla meme dokusu çıkarılmadığı için memede görünüm bozukluğu oluşmaz. Aynı zamanda bu işlemle birlikte koltuk altındaki ilk beze (sentinel lenf bezi) de bulunarak çıkarılır (SNOLL tekniği). İlk bezede kanserli hücre yoksa geri kalan bezeler gereksiz yere alınmaz. Bu da kadınları koltuk altı bezelerinin tümü alındığı zaman ilerideki yaşamlarında karşılaşabilecekleri sorunlardan korur. Çünkü koltuk altı lenf bezlerinin tümü alındığında, kadınların yaşamları boyunca karşılaşabilecekleri en önemli problem kol şişmesidir.”

“BENDE OLMAZ” DEMEYİN

Ekim ayı tüm dünyada meme kanserinde bilinci ve farkındalığı artırmak için değerlendiriliyor. Çeşitli etkinlikler ile hastalığa dikkat çekiliyor, kadınlara, ‘‘Bende olmaz’ demeyin, önleminizi alın’’ mesajı veriliyor.

Prof. Dr. Cihan Uras da meme kanseri hakkında her kadının bilmesi gereken noktalara bir kez daha dikkat çekti. Meme kanserinin, süt bezleri ve kanallarını döşeyen hücrelerin kontrolsüz ve aşırı derecede çoğalması olduğunu belirten Prof. Dr. Uras, meme kanserinin kadının hayatını karartmaması için neler yapılması gerektiğini anlattı, hastalıkla ilgili sorulara yanıt verdi. İşte Prof. Uras’ın cevaplarıyla meme kanseri hakkında bilinmesi gereken her şey:

MEME KANSERİNDE RİSK FAKTÖRLERİ NELER?

En önemli risk kadın olmak: Bazı özellikleri taşıyan kadınlarda, meme kanserinin daha sık görüldüğünü biliyoruz. Meme kanserine yakalanma riskini artıran faktörlerin başında kadın olmak geliyor. Çünkü hastalık erkeklerde çok nadir, yüzde 1 oranında görülür. Yani 100 meme kanserinin 99’u kadınlarda ortaya çıkar. İleri yaş da önemli bir risk faktörüdür. 50 yaş üzerinde olan kadınlarda meme kanseri görülme sıklığı artar. Daha önce meme kanseri geçirmiş ve tedavi olmuş kadınlarda, diğer memede kanser gelişme olasılığı yüksektir.

Ailede meme kanseri hikâyesi: Meme kanserlerinin yüzde 5 ile 10’u genetik geçişlidir. Kız kardeş, anne, teyze, teyze kızı gibi aile üyelerinde meme kanseri olanların, hastalığa yakalanma riski, diğer kadınlara göre daha fazladır. Ancak ailesinde meme kanseri hikâyesinin olmaması, kadının hayatının herhangi bir döneminde meme kanserine yakalanmayacağı anlamına gelmez.

30 YAŞ NEDEN ÖNEMLİ?

Oncotype Dx TestiKadının doğurganlık durumu: İlk doğumunu 30 yaşından önce yapmak meme kanseri riskini azaltıyor. Ancak hiç doğum yapmamış ve emzirmemiş olmak riski artırıyor. Kadının 30 yaşından önce anne olması nasıl meme kanseri riskini azaltıyorsa, 30 yaşından sonra anne olması da meme kanseri riskini aynı şekilde arttırır.

İlk çocuğunu 30 yaşından sonra doğuran kadınlarda meme kanseri görülme oranı 20 yaşından önce doğuranlara göre 2 kat fazladır, bu bakımdan ilk çocuğu doğurma yaşı önemlidir.

Sigara ve alkol tüketimi: Kesin neden olarak gösterilmemekle birlikte, sigara kullanımının meme kanseri oluşumunda etkili olduğu düşünülmektedir. Şişmanlık ve yağlı beslenme de önemli risk oluşturur. Çalışmalar şişmanlığın, meme kanserine yakalanma riskini artırdığını gösteriyor. Ama en önemli risk faktörlerinden biri alkoldür. Araştırmalar, alkolün meme kanserinde ciddi risk oluşturduğunu ortaya koyuyor.

Hormon Kullanmak: Hormonal ilaçlar, menopoz döneminde östrojen kullanmak ve doğum kontrol haplarının uzun süre kullanılması riski artırabilir. Bunların dışında, göğüs bölgesine genç-erişkin dönemde çok radyasyon almak (çok akciğer filmi çektirmek), kadının memesine çeşitli nedenlerle biyopsi yapılması ve parçanın patolojik incelemesinde meme kanseri risk artışını gösteren bulguların saptanması da riski artıran diğer etkenlerdir.

Stres faktörü: Stresin de meme kanseri riskini artırdığı yönünde çalışmalar yapılıyor. Hastalık daha çok gelişmiş toplumlarda görülüyor. Toplumun sosyo-kültürel ve ekonomik gelişmişliği ile meme kanseri arasında doğru orantı bulunuyor.

HANGİ BELİRTİLER KANSERİN HABERCİSİ?

Meme kanserinde önemli olan nokta, belirti vermeden, yani kitle oluşmadan kanseri saptamaktır. Hastalığın en önemli belirtisi ise kitledir. Kadınlar genellikle kitleyle bize başvuruyorlar, bunun dışında bazen ağrı ile de gelebiliyorlar. Gerçi meme kanseri genellikle ağrı yapmıyor fakat bazen ağrılı da olabiliyor. Ağrı yapan yerde bazen bir tümör de saptayabiliyoruz. Meme başı ve meme cildindeki değişiklikler kadın açısından önemli bir uyaran olmalı. Meme cildinde kızarıklık, kanlı veya sulu akıntı çok önemli belirtilerdir. Ayrıca koltuk altında ele
gelen şişlikler, memede büyüme, şeklinde değişme ve özellikle meme
başının etrafında egzama gibi kabuklanma da meme kanserinin
önemli habercileri olabilir.

Kanserin gelişme süresi, tümörün büyüme paternine göre değişir, çünkü her tümörün çiftleşme dönemi farklıdır. Ama hiçbir zaman çok kısa vadeli değildir. Çok kısa gelişen tümörler de var ama genellikle meme kanserinin ilk başlamasından sonra klinik hale gelmesi için birkaç yılın geçmesi gerekir.

MEME KANSERİNDEN BRCA-1 VE BRCA-2 GENLERİ Mİ SORUMLU?

BRCA- 1 ve BRCA-2 gen mutasyonu olan kadınlarda yaşam boyu meme kanseri gelişme riski yüzde 70’lere çıkıyor. Ancak tek sorumlunun bu iki gen olduğunu söyleyemeyiz. Muhtemelen başka genler de var ama o genler henüz ispatlanmış değil. Şu anda meme kanseri yaptığı ispatlanmış bu iki gen var. Bu genlerde mutasyon varsa kanser olma riski çok yüksek ama bu genlerde mutasyon olmaması, kansere yakalanma riskinin olmadığı anlamına da gelmez.

GENLERDEKİ MUTASYONU ÖNCEDEN ANLAMAK MÜMKÜN MÜ?

Tabii ki mümkün. Mesela 30 yaşında bir kadın BRCA- 1 ve BRCA- 2 genlerine baktırırsa, mutasyon olup olmadığı anlaşılabilir ama bu durum kanserle ilgili kesin sonuç vermez. Çünkü dediğimiz gibi mutasyonun olmaması, kadının yaşamı boyunca meme kanseri olmayacağı anlamına gelmiyor.

TANIDA HANGİ YÖNTEMLER KULLANILIYOR?

Meme kanserinin tanısında klinik muayene, mamografi, ultrasonografi ve meme MR'ı kullanılıyor. Hangi kadına, hangi incelemenin yapılacağına hekimin karar vermesi gerekiyor.”

NE ZAMAN AMELİYAT, NE ZAMAN İLAÇ?>

Meme kanseri tedavisinde multidisipliner yaklaşımın büyük önem taşıdığını vurgulayan ve Acıbadem Maslak Hastanesi Meme Kliniği’nde meme kanseri tedavisinin bu yaklaşımla yapıldığını belirten Prof. Uras, meme kanseri tedavisinde başarının genel cerrah, radyolog, onkolog, radyasyon onkoloğu, psikiyatrist ve beslenme uzmanından oluşan bir ekibin koordineli çalışmasıyla mümkün olduğunu belirtti. Uras, meme kanseri tedavisinin cerrahi, kemoterapi, hormon terapi ve radyoterapi olmak üzere 4 yöntemle yapıldığını söyledi.

“İlk tedavi cerrahidir ama bazı kadınlarda cerrahi tedaviden önce kemoterapi yapmamız gerekiyor. İltihabi tip meme kanserlerinde veya cilt ile meme başını tutan büyük tümörlerde önce kemoterapi ile tümörü küçültüp etkinliğini azaltıyoruz, sonra ameliyat yapıyoruz. Cerrahi tedavide mümkünse memeyi korumayı tercih ediyoruz, yani koruyucu cerrahi yapıyoruz. Koruyucu cerrahide hedef; tedavi bittikten sonra kadına görüntüsü iyi bir meme bırakmaktır. Bunun için memeye onkoplastik cerrahi
ile yaklaşıyoruz ve memeye yeniden şekil veriyoruz.

Bazı durumlarda memeyi tamamen almak yani, total mastektomi yapmak gerekiyor. Memeyi almak tümörün illa büyük olduğu veya hastalığın çok ilerlemiş olduğu anlamına gelmiyor. Çünkü bazen çok küçük, milimetrik tümörler de meme içerisinde birden çok odakta yerleşmiş olabiliyor, bu durumda hastalık erken evrede olsa da memenin tümü alınabiliyor. Ama memeyi alırsak aynı seansta protez uygulaması yapıyoruz veya kendi dokusundan yeni bir meme oluşturuyoruz. Arkasından kemoterapi, radyoterapi ve hormonterapi yapıyoruz.”

GEÇ KALMAYIN, HAYATINIZI KURTARIN…

Her kanserde olduğu gibi, meme kanserinde de erken teşhis hayat kurtarıyor. Erken teşhiste de tarama programları büyük önem taşıyor. Tarama programları ise kendi kendine meme muayenesi, ultrasonografi, doktor muayenesi ve mamografiden oluşuyor.

Tarama programlarının ihmal edilmemesi gerektiğini söyleyen Prof. Cihan Uras, radyasyon korkusu nedeniyle özellikle mamografiden uzak durmanın yanlış olduğu görüşünde. Uras, hangi tanı yönteminin hangi aralıklarla yapılması gerektiğini de şöyle anlattı:

MAMOGRAFİDEKİ RADYASYON NE KADAR ZARARLI?

“Kadınlar mamografide ışın alacaklarından ve bunun zararlı olacağından korkuyorlar. Hâlbuki 40 yaşından sonra yapılan tarama tekniklerinin kadının memesi üzerinde riski artıracak olumsuz bir etkisi yok. Bugün bir kadının mamografi ile aldığı ışın dozu, uzun bir uçak seyahatinde aldığı radyasyon dozu kadardır. Ayrıca günümüzde artık ileri teknoloji ürünü cihazlar var. Örneğin tomosentez denilen cihazda en üst mamografi tekniği kullanılıyor. Tomosentez, dijital mamografiden daha üstündür. Tomosentez tekniğinde basit bir mamografi tarzında tek bir görüntü alınmıyor, aynen tomografide olduğu gibi bir sürü kesitler alınıyor, bu sayede de meme dokusu üst üste bindiği zaman gözden kaçabilecek çok küçük bir lezyon bu yöntem sayesinde ortaya çıkartılıyor.

Yine çok gelişmiş meme ultrason cihazlarıyla memenin kesit kesit incelemesi yapılıyor. Bunlar, kanseri erken evrede teşhis eden ve kadının hayatını kurtaran yöntemlerdir. O açıdan kadının, içinde bulunduğu risk grubuna göre tarama programları belirlenmeli ve bu takvime mutlaka uyulmalıdır.

MAMOGRAFİ ÇEKTİRME SIKLIĞI NE OLMALI?

Hiçbir riski olmayan, standart bir kadında 35 yaşında ilk mamografisi yapılmalı, her yıl bir meme uzmanı tarafından muayene edilmeli, 40 yaşından sonra iki yılda bir mamografi ve her yıl klinik muayene, 50 yaşından sonra ise her yıl mamografi ve her yıl klinik muayene yapılmalı. Bir de kadın hangi yaşta olursa olsun her ay kendi kendine meme muayenesi yapmalı. Birçok kadın, ‘ben meme muayenesinden bir şey anlamıyorum’ gibi yakınmalarda bulunuyor. Fakat bu yanlış bir kanıdır, çünkü kadın kendisini sürekli muayene ettiği zaman bir müddet sonra memesini tanıyor ve memesinde oluşan değişikliklerin farkında oluyor.”

MEME KANSERİNDEN KORUNMAK İÇİN BUNLARI YAPIN

• Memelerinizi her ay muayene edin.
• Muayene, ultrason ve mamografi kontrollerini zamanında yaptırın.
• İdeal kilonuzu koruyun, şişmanlamayın.
• Şişmansanız mutlaka kilo verin.
• Alkol ve sigaradan uzak durun.
• Sporu ihmal etmeyin, bol bol yürüyüş yapın.
• Sebze ve meyveleri mevsiminde ve bol tüketin.
• Dengeli ve yeterli beslenin.
• Sizi strese sokan insanlardan ve ortamlardan uzaklaşın.
• Kendinizi ifade edin, sorunları içinize atmayın ve mümkün olduğunca hayata pozitif bakın.

Kaynak : ntvmsnbc

Bu yazı KanseriTedaviEt.com'da yayınlanmıştır - Oncotype Dx Testiyle Meme Kanserinde Kemoterapi Zorunlu Olmayabilir

Yazının devamı için tıklayın...

Tümör Mıknatısıyla Kanser Erken Teşhis Edilecek

KanseriTedaviEt.com | Cuma, Ekim 22, 2010 | 0 yorum »

Tüm HaberlerABD’li ve Fransız bilim insanları, 11 kanser türünü daha başlamadan haber vermek üzere kullanılabilecek yeni bir tümör mıknatısı keşfetti.

Kanser araştırmalarıNew York’taki Mount Sinai Tıp Okulu ve Fransa Ulusal Sağlık ve Tıp Araştırma Enstitüsü’nün ortak araştırmasına göre, gelecekte doktorlar vücuda enjekte edecekleri ve kanda dolaşacak bir tümör mıknatısıyla, kan damarlarına bağlı bütün kanserli tümörleri saptayabilecek. 1336 kanser hastasında, tüm tümörlerde bulunan FHS isimli resöptör bulundu.

Kanserli hücreleri besleyen kan damarlarında ve üreme sisteminde bulunan FSH’yi etkileyecek bir molekül geliştiren bilim insanları, resöptörü altın zerrelerle kaplayıp vücuda verdi. Molekül kanserli hücreyi yendi. Mıknatıs prostat, meme, kolon, pankreas, mesane, böbrek, akciğer, karaciğer, mide, testis, yumurtalık gibi 11 kanser türünde erken aşamadaki tümörü gösterebilecek. Dün New England Journal of Medicine’da yayınlanan araştırmanın umut verici olduğu, kanseri erken belirleme ya da yok etmede yeni tedavi yolları oluşturması açısından önemli olduğu açıklandı.

Kaynak : Hürriyet

Bu yazı KanseriTedaviEt.com'da yayınlanmıştır - Tümör Mıknatısıyla Kanser Erken Teşhis Edilecek

Yazının devamı için tıklayın...

kok hucre Yag Meme Rekonstruksiyon

KanseriTedaviEt.com | Çarşamba, Ekim 20, 2010 | 0 yorum »

Kök hücre ile zenginleştirilmiş yağ transferinin 10 yıl içerisinde meme estetiğinde tek yöntem olacağı öngörülüyor. Tespit, Opr. Dr. Bülent Cihantimur’a ait. Cihantimur, ‘Yöntem özellikle meme kanserinde devrim niteliği taşıyacak’ yorumunu yapıyor.

Sadece hastanın kendi yağı kullanılarak yapılan meme büyütme ameliyatları giderek yaygınlaşıyor. Bunun için hastanın kök hücresi kullanılıyor. Yani estetik meme operasyonlarında kök hücre ile zenginleştirilmiş yağ transferi yapılıyor.

Üstelik yağdaki kök hücreleri elde etmenin diğer alternatiflere göre daha kolay ve ucuz olduğunu söyleyen Estetik ve Plastik Cerrahı Opr. Dr. Bülent Cihantimur, “Kök hücre ile zenginleştirilmiş yağ transferini meme estetiğinde yeni bir devrin başlangıcı olarak görüyoruz” diyor.

Kök hücreden zenginleştirilmiş yağ transferi ile meme rekonstrüksiyonu, yani memenin yeniden şekillendirilmesi ameliyatları Amerika, İtalya, Almanya, Japonya ve Kore’de yapılıyor. Bu ülkelerde yapılan ameliyatlardan etkileyici sonuçlar alındığını belirten Dr. Cihantimur, yağ hücrelerinden kök hücre elde etmenin avantajlı olduğunu söylüyor ve o avantajları şöyle anlatıyor:

“Kök hücre, öncü yani ana hücre demek. Bu hücreler daha sonra aldıkları sinyaller ile ihtiyaç olan doku hücresine dönüşebiliyorlar. Bu, deri, kemik, kas veya kıkırdak hücresi olabilir. Kök hücre kavramı tıpta son 10 yılda çok önem kazandı. Çünkü iyileşmeyen yaralar, diyabet, Alzheimer, Parkinson gibi tedavisi olmayan birçok hastalığın kök hücre tedavileri ile iyileştirilebileceğine dair birçok çalışma var.

YAĞDAN KÖK HÜCRE ELDE ETMEK DAHA KOLAY VE UCUZ

Vücudumuzda kök hücre elde edeceğimiz birçok kaynak bulunuyor. Embriyo, kordon kanı, plasenta, kan, kemik iliği ve yağ dokusu gibi. Bunlardan yağ dokusu dışındakilerden kök hücre hazırlamak daha zor, daha zahmetli, daha pahalı ve elde edilen kök hücre sayısı çok daha azdır. Bu nedenle yağ dokusundan kök hücre elde etme fikri her gün daha fazla değer kazanıyor. Yağ dokusu her insanın vücudunda fazlasıyla mevcut ve yağ dokusu içerisinde milyonlarca kök hücre bulunuyor. Üstelik elde etmesi diğer alternatiflere göre çok daha kolay ve ucuz. Ben Kore’den getirdiğimiz bir teknoloji kullanıyorum. Tamamen kapalı bir sistemle 70 dakika içerisinde 1 ml’de 1.000.000’dan fazla kök hücre içeren ürüne sahip oluyorum. Üstelik oldukça makul bir maliyetle…”

Bu yöntemin en çok meme estetiğinde kullanıldığını belirten Opr. Dr. Cihantimur, kişinin kendi kök hücresinden zenginleştirilmiş yağ dokusunu meme estetiğinde kullanmadaki amacı ise şu şekilde açıklıyor:

Kök Hücreden Zenginleştirilmiş Yağ Transferi ile Meme Rekonstrüksiyonu“Yağ enjeksiyonu zaten estetik cerrahide yaklaşık 30 yıldır kullanılan bir yöntem. Klasik yağ enjeksiyonu da yıllardır memeplastide kullanılıyor. Ancak verilen yağ miktarının kısa sürede eriyerek, miktarın yüzde 20-30 düşmesi, yağın memede canlılığını kaybederek kiste veya kalsifikasyona dönüşmesi gibi sorunlarla sıklıkla karşılaşıldı. Bu da meme kanserinin tanısında zorluk ihtimalini gündeme getirdi. İşte kök hücre ile zenginleştirilmiş yağ transferini, bu sorunları azalttığı için meme estetiğinde yeni bir devir olarak görüyoruz."

Dr. Cihantimur’a göre yöntem, hastanede kalış süresi, iyileşme süreci ve hastaya sağladığı konfor açısından klasik yağ enjeksiyonuna üstünlük sağlıyor.

DOĞALA YAKIN SONUÇ ALINIYOR

“Klasik yağ enjeksiyonu ile 3 seansta elde edebileceğimiz sonucu, bu yöntemle tek seansta elde edebiliriz. Klasik yağ enjeksiyonunda en önemli sorun; verilen yağ volümünün 3 ile 6 ay gibi bir sürede yalnızca yüzde 25-30’unun kalıcı olması, diğer kısmının ise erimesidir. Kök hücreden zenginleştirilmiş yağ transferinde ise kalıcılık oranı yüzde 60 ile 80’dir. Klasik yağ enjeksiyonunda bir diğer önemli sorun; verilen yağ hücrelerinin ölmesi ve enjekte edilen bölgede kist ve kalsifikasyona, yani doku sertleşmesine neden olmasıdır. Oysa yağı kök hücre ile zenginleştirdiğimizde, kök hücreler yağın enjekte edilen bölgede kanlanmasını ve canlı kalmasını sağlıyor. Böylece kist ve sertlik gibi komplikasyonların oranı çok aza inmiş oluyor. Sonuç son derece doğal oluyor, meme dokusundan ayırt edilemiyor. Hastanın hiçbir yerinde kesi olmuyor ve hasta aynı gün taburcu olabiliyor.”

Kök hücreden estetik meme operasyonları kimlere uygulanıyor, örneğin kanser nedeniyle memesinin bir kısmı veya tamamı ameliyatla alınmış hastalar da endikasyon grubunda yer alıyor mu? Opr. Dr. Cihantimur bu soruya cevap verirken, özellikle meme kanseri nedeniyle lokal veya total mastektomi yapılmış yani, memesinin bir kısmı veya tamamı alınmış hastalar için yöntemin devrim niteliğinde olduğunu söylüyor.

KENDİ YAĞINDAN MEME BÜYÜTME

“En önemli endikasyon budur. Eğer bu gerçekleşirse estetik cerrahide devrim olacak. Yani meme kanseri nedeniyle memesi alınmış kadınlara kendi yağları kullanılarak yeniden meme yapılabilecek. Hem de hiçbir kesi yapmadan, büyük riskli ve zahmetli ameliyatlara gerek olmadan. Şu anda meme kanseri nedeniyle memesi alınmış kadınlara yeniden meme yapma yani, meme rekonstruksiyonu için kullanılan çeşitli ameliyat teknikleri var. Ancak bu tekniklerin uygulanması zor ve riskli olduğu için hem hasta hem de onkologlar tarafından tercih edilmiyor. Bu yüzden kanser nedeniyle memesini kaybetmiş birçok genç kadın hayatını bu şekilde sürdürmek zorunda kalıyor. İşte kök hücreden zenginleştirilmiş yağ transferi bu kadınların umudu olacak. Bu hastalarımız, herhangi bir riskle karşı karşıya kalmadan meme rekonstruksiyonu yaptırabilecek. Kök hücreden zenginleştirilmiş yağ transferi ile meme rekonstrüksiyonu şu anda Amerika, İtalya, Almanya, Japonya ve Kore’de bazı cerrahlar tarafından uygulanıyor ve gerçekten etkileyici sonuçlar alınıyor. Hem meme ile aynı kıvamda ve doğal şekilli meme yapılmakta hem de kök hücreler sayesinde memenin derisi de yeniden eski sağlıklı görünümüne kavuşturulmaktadır. Ancak kök hücre hazırlama işleminin pahalı olması nedeniyle yöntem henüz çok yaygınlaşamamıştır. Ama gelecek 10 yılda yeni meme yapmak için tek yöntemin, kök hücreden zenginleştirilmiş yağ transferi olacağını düşünüyorum.”

DOĞUM SONRASI MEME HACMİ KAYIPLARINDA ETKİLİ

Estetik Plastik Cerrahi Derneği Üyesi de olan Opr. Dr. Bülent Cihantimur, kök hücreden meme estetiği ameliyatlarında silikon veya dolgu malzemelerine gerek kalmayacağını söylüyor ve şöyle devam ediyor:

“Elde ettiğimiz sonuçlara bakılırsa kısa sürede başka bir malzemeye gerek kalmadan meme büyütme mümkün olacak. Aslında şu anda dünyada birçok cerrah benim gibi memeyi hastanın kendi yağını kullanarak büyütebiliyor. Ancak silikondaki gibi istediğimiz kadar büyüklük sağlayamamak ve ikinci bir seansın gerekli olma ihtimali gibi dezavantajları var. Ben özellikle doğum sonrasında memede az miktarda hacim kaybı olanlarda ve daha önce silikon ameliyatı yaptırmış ama sonucu kötü olmuş vakaların düzeltilmesinde birinci seçenek olarak yağ transferini kullanıyorum. Ama gelecek 10 yılda silikonun ‘out’, kök hücreden zenginleştirilmiş yağ transferinin ‘in’ olacağına kesinlikle inanıyorum.

En fazla 10 yıllık bir geçmişi olan uygulama son beş yılda hızla yaygınlaştı, çünkü elde edilen ilk sonuçlar yüz güldürücü. Hatta sadece Avrupa’da bu konu ile ilgilenen doktorların üye olduğu iki ayrı dernek var. Bunun benzerleri Amerika, Güney Amerika ve Asya’da da var. Ben bu yıl sadece bu konu ile ilgili 3 kongreye katıldım. En son Almanya’da katıldığım bir kongrede verilen rakamlara göre son 5 yılda Avrupa’da 6000 vakaya uygulama yapılmış. Türkiye için çok yeni bir uygulama ancak bizim uygulama tekniğimiz ve elde ettiğimiz sonuçlar, katıldığımız her toplantıda hayranlık uyandırıyor.”

DAHA SOMUT BİLGİLERE İHTİYAÇ VAR

Yöntemin, yara iyileşmemesi, enfeksiyon gibi diğer cerrahi uygulamalarda görülen yan etkileri olabileceğini belirten Cihantimur, sonuçları umut verici ve etkileyici olsa da kök hücreden zenginleştirilmiş yağ transferinin meme estetiğinde yaygın olarak kullanılması için daha somut bilgi ve verilere ihtiyaç olduğunu da sözlerine ekliyor.

“Komplikasyonlardan ziyade hala bazı soru işaretleri var. Bunları cevaplamaya çalışıyoruz. Bu nedenle dünyanın değişik ülkelerinde sürekli kongrelere katılıyoruz, tecrübeli klinikleri ziyaret ediyoruz. Bu yıl ülkemizde de konuyla ilgili 2 toplantı düzenledik ve bu toplantılarda gördük ki şu anda çok iyi bir noktadayız. Kök hücre, bu alanda yeni bir konu olduğu için enjekte edildiği yerde nasıl bir davranış sergileyeceği ve meme dokusu üzerinde olumsuz bir etki yaratıp yaratmayacağı konusunda henüz somut bilgilere sahip değiliz. Bu nedenle konuya oldukça dikkatli yaklaşıyoruz ama kök hücreyle zenginleştirilmiş yağ transferinin geleceğin meme estetiğinde tek yöntem olacağı inancımızı da koruyoruz. Çalışmalar ve gelişmeler de bunu kanıtlıyor.”

Kaynak : ntvmsnbc

Bu yazı KanseriTedaviEt.com'da yayınlanmıştır - Kök Hücreden Zenginleştirilmiş Yağ Transferi ile Meme Rekonstrüksiyonu

Yazının devamı için tıklayın...

Kolesterol Düşürücü İlaçlar Kolon Kanseri Riskini Azaltıyor

KanseriTedaviEt.com | Çarşamba, Ekim 20, 2010 | 0 yorum »

Kalın Bağırsak KanseriABD'de yapılan geniş çaplı bir araştırma, kolesterol düşürmek amacıyla kullanılan statin grubu ilaçların, kolon kanseri riskini azaltabileceğini gösterdi.

Dr. Jewel Samadder başkanlığında Michigan Üniversitesinden bir grup bilim adamının, 2,5 milyon gönüllünün katıldığı 22 araştırmanın sonuçlarının birleştirilmesiyle yaptığı analiz, statin grubu ilaçların kullanımının kolon kanserine yakalanma riskini yüzde 12 oranında düşürdüğünü ortaya koydu.

KolonoskopiYaptıkları analizin sonuçlarını American College of Gastroenteroloji adlı tıp kurumunca düzenlenen bilimsel toplantıda sunan araştırmacılar, statin gubu ilaçların kolesterol düşürmek ve kalp hastalıkları riskini azaltmanın çok ötesinde faydalarının bulunduğuna dikkati çekerek, bu ilaçların uzun süreli kullanılması halinde kolon kanserine yakalanma riskinin daha da düştüğünü belirlediklerini belirtti.

Araştırmayı yürüten ekibin başkanı Samadder, toplantıda yaptığı açıklamada, “Gözleme dayalı çalışmalarımız, statin grubu ilaçların uzun dönemli kullanımının, aralarında meme, prostat, akciğer, pankreas ve karaciğer kanserlerinin de bulunduğu birçok kanser türüne yakalanma riskinin azalmasıyla da ilişkisi bulunduğunu gösterdi” diye konuştu.

Ancak statin grubu ilaçların kullanımının da bazı riskler taşıdığı uyarısında bulunan uzmanlar, bir grup İngiliz araştırmacının mayıs ayında yayımladığı bilimsel raporun, bu grup ilaçları kullanan kişilerde karaciğer bozukluğu, kas zayıflığı ve katarakta yakalanma riskinin arttığını ortaya koyduğuna dikkati çekiyor.

Kaynak : Hürriyet

Bu yazı KanseriTedaviEt.com'da yayınlanmıştır - Kolesterol Düşürücü İlaçlar Kolon Kanseri Riskini Azaltıyor

Yazının devamı için tıklayın...

Hedefli Tedaviyle Kemoterapinin Yan Etkileri Azaltılacak

KanseriTedaviEt.com | Çarşamba, Ekim 20, 2010 | 0 yorum »

KemoterapiKanserli hücrelerin çoğalmasını engellemeye yönelik ''hücre tedavi'' yöntemiyle kemoterapinin hasta üzerinde bıraktığı olumsuz yan etkilerin azalacağı belirtildi.

İstanbul Üniversitesi (İÜ) Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Medikal Onkoloji öğretim üyesi Prof. Dr. Nil Molinas Mandel yöntemi, ''Elektrik düğmesini kapatır gibi düşünülmesi gereken, tek tek kanserli hücrelerin çoğalmasını engellemeye yönelik bir uygulama'' olarak nitelendirdi.

Akciğer kanserine karşı geliştirilen ''hücre tedavi'' yöntemiyle sadece hastalıklı hücrelerin tedavi edileceğini ifade eden Mendel, tedavinin olumlu sonuç vermesinin kişinin iradesine ve iyileşme isteğine de bağlı olduğunu söyledi.

Kemoterapi seanslarına başlamadan önce birey üzerinde belirli ilaç takviyeleri yaptıklarını söyleyen Mandel, böylece kemoterapinin yol açtığı baş dönmesi, mide bulantısı ve benzeri fiziksel etkilerin azaltılmasının önerilen ilaçların kullanımı ile giderilebileceğini belirtti.

Tıbbın her geçen gün gelişim gösterdiğini, kanser tedavisinde çok daha ile bir aşamaya gelineceğini ifade eden Prof. Dr. Mandel, şunları söyledi:

Kemoterapi''Akciğer kanseri tedavi sürecinde oluşabilecek yan etkilerin azaltılması konusunda, hastalara uygulayabileceğimiz yeni yöntemler geliştirdik. Akciğer kanserinde, sadece hücre tipiyle birtakım hedefli tedavilerin artı sonuçlarını aldık. Akciğer kanserlerinin bir kısmında kemoterapi ile birlikte hedefe yönelik tedaviler de kullanılacaktır. Hedefli tedavi deyince, kanserli hücre özelliklerine göre hücrenin büyümesini çoğalmasını tetikleyen birtakım bulgular var. Bu bulguları baskılayan, bunu hücreye bölünme ve çoğalma sinyalini veren mekanizmayı durduran ilaçlar ortaya çıktı. Akciğer kanserine karşı geliştirilen hücre tedavi yöntemiyle kemoterapinin olumsuz yan etkileri azalacak. Tek tek kanserli hücrelerin çoğalmasını engellemeye yönelik bir uygulama. Tıpkı elektrik düğmesini kapatır gibi tek tek hücrenin büyümesini, çoğalmasını durduran ilaçlar kullanılacak. Bölgesel değil, sadece hasta hücrelere uygulanabilecek bir tedavi yöntemidir. Bu ilaçların kullanımından sonra hasta hücreler çoğalmıyor, sağlıklı hücreler ortaya çıkıyor. Sonuç olarak kemoterepinin etkilediği büyük alandaki canlı hücre de yok olmayacak.''

SİGARA, RİSKİ YÜZDE YÜZ ARTIRIYOR

Akciğer kanserinin bilinen ve kanıtlanan en belirgin nedeninin sigara olduğunu söyleyen Prof. Dr. Mandel, dünya çapında sigara içiminin yoğun olduğu toplumlarda kanser oranının da daha yüksek olduğunu ifade etti.

Türkiye'de sigara içme oranının dünya istatistiklerine göre artış gösterdiğini belirten Mandel, ''Özellikle gençleri sigara alışkanlığından uzak tutmaya çalışmak, gençleri temiz havada yaşamaya alıştırmak akciğer kanserinin önüne geçecektir. Sigara, akciğer kanseri olma riskini yüzde yüz artırıyor. Günümüzde belirli ölçülerde çevresel önlemler alınıyor. Egzozlara ve bacalara takılan filtreler çevresel önlemlerin başında gelmektedir'' diye konuştu.

Akciğer kanserinin, kadınlarda da artan sıklıkla görüldüğünü anlatan Mandel, bu kanser türünün, sigara etkeni, hava kirliliği ve beslenme alışkanlığı sebepleriyle nüksedebileceğini söyledi.

Kansere yakalanmamak için bireysel önlemlerin hayat kurtaracağını söyleyen Prof. Mandel, ''Kanserin sebebi bilinir ve o sebebi ortadan kaldıracak şekilde yaklaşım yapılabilirse, asıl başarı elde edilmiş olur. Tedaviden ziyade, yakalanmamak daha önemlidir. Sigara içmemenin yanında sigara içenlerden de uzak durmak gerekir. Akciğer kanseri hastaları için temiz havanın solunması çok önemlidir. Pasif içicilik dahi kişinin akciğer kanserine yakalanma riskini artırıyor'' şeklinde konuştu.

DÜZENLİ İLAÇ KULLANIMI ÖNEMLİ

Akciğer kanserinin yeni tedavi yöntemine ilişkin bilgi veren Toronto Üniversitesi Tıp Fakültesi öğretim üyesi Doç. Dr. David George Warr ise akciğer kanserinde kemoterapinin fiziksel etkilerini önlemek ve tedaviden olumlu sonuç alınabilmesi için tedavi sürecinde verilen ilaçların düzenli kullanılması gerektiğini bildirdi.

Kemoterapi sürecinde vücuttaki yan etkileri azaltmak için bulantıya karşı (antiemetik) ilaçların kullanılması gerektiğini söyleyen Warr, ''Kemoterapi sonrası uykusuzluk ve şeker hastalığı olan hastalarda kan şekeri oranının yüksek olması, bulantı hissi sonuçlarını doğuruyor. Tedavi sürecinde verilen ilaçların kombine bir şekilde kullanımı yan etkileri azaltıyor. Hücre tedavi yöntemi de kemoterapinin yan etkilerini bu ilaçlarla birlikte yok edecektir'' diye konuştu.

Kaynak : ntvmsnbc

Bu yazı KanseriTedaviEt.com'da yayınlanmıştır - Hedefli Tedaviyle Kemoterapinin Yan Etkileri Azaltılacak

Yazının devamı için tıklayın...

HPV Sonucu Oluşan Ağız Kanseri Vakaları Artıyor

KanseriTedaviEt.com | Cuma, Ekim 15, 2010 | 0 yorum »

Tüm HaberlerSon 30 yıldır, Batı ülkelerinde ağız kanseri vakalarında artış görüldüğü bildirildi.

ABD Hastalık Kontrol ve Korunma Merkezleri (Centers for Disease Control and Prevention, CDC) tarafından bugün yayımlanan tıbbi bir araştırma, ağız kanserine, cinsel yolla bulaşan Human Papilloma Virus enfeksiyonun neden olduğunu belirtiyor ve bu durumun da, bireyler arasındaki cinsel ilişki alışkanlıklarında değişiklik meydana geldiğinin bir işareti olarak yorumluyor.


Doktorlara göre, Human Papilloma Virus (HPV), jenital bölgede ve mukozalarda enfeksiyon yapan ve kondilom adı verilen siğil şeklinde kitlelerin oluşumuna neden olan bir virüstür.

HPV
Vücuda girdiğinde hücreler içinde yerleşen bu virüs, yaygın olarak özellikle çok sayıda eşi olan veya olmuş olan bireyler ve bu bireylerin eşlerinde görülür. Araştırma, ayrıca virüsün, cinsel yönden çok genç yaşta aktif olmaya başlamış bireylerde veya çok cinsel partneri olan veya olmuş olan kişilerde görüldüğünü ifade ediyor.

Araştırmayı kaleme alanlar, ABD’de ve kuzey Avrupa ülkelerinde HPV sonucu oluşan ağız kanserinin, bu son 30 yılda yavaş yavaş salgın bir hastalık gibi yayıldığının altını çiziyor.

İsveçli doktor Torbjörn Ramqvist de, “HPV’nin neden olduğu bir ağız kanseri salgınıyla karşı karşıya kalma olasılığı, bizi ciddiyetle olayın üzerine eğilmemizi gerektiriyor” ifadesini kullanıyor.

Genital siğiller, hem kadında hem de erkekte HPV enfeksiyonu sonucu gelişen karnıbahar görünümünde, bazen tek bir bölgede, bazen birkaç bölgede, bazen toplu iğne kadar ufak, bazen de 5 santimetre çapına, (ender durumlarda 15-20 santim çapına), erişebilen ağrısız kitlelerdir.

Kaynak : Euronews

Bu yazı KanseriTedaviEt.com'da yayınlanmıştır - HPV Sonucu Oluşan Ağız Kanseri Vakaları Artıyor

Yazının devamı için tıklayın...

MSMB Proteini ile Prostat Kanseri Önlenecek

KanseriTedaviEt.com | Cuma, Ekim 15, 2010 | 0 yorum »

Prostat KanseriErkeklerin en sık yakalandığı kanser çeşitlerinden biri olan prostat kanseri, gelecekte, daha ortaya çıkmadan önlenebilecek.

İngiliz bilim insanlarının ortaya koyduğu ve tıp dünyasında devrim sayılan yeni bulguya göre, idrarda bulunan MSMB adlı protein, kanseri önleyici etkiye sahip. Bu proteinin özelliği, gelişimi yarım kalmış ve ileride kansere yol açabilecek hücreleri öldürüp, prostatı sağlıklı tutması.


Ancak kimi erkeklerin idrarında, bu proteinin miktarı, diğerlerine göre daha az olduğundan, kötü huylu hücrelerin öldürülüp, kanserin önlenmesi olasılığı da o oranda düşüyor. Cambridge Üniversitesi’nde yapılan çalışmayla, erkeklerde MSMB miktarını kolaylıkla ölçebilecek bir test geliştirildi. Şimdilik yalnızca denekler üzerinde uygulanan bu test sayesinde, MSMB proteini az çıkanların, ileriki yaşlarda prostat kanseri riski taşıdığı da anlaşılabilecek.

MSMB’yi artır, kurtul

Bu teşhis konulduktan sonraysa yapılması gereken, oldukça basit. Kişinin beslenme ve yaşam tarzında bazı zorunlu değişiklikler yapılacak ve bu proteinin çoğalması sağlanarak, kanser riski en aza indirgenecek. Bu yeni bulgu üzerinde yapılan araştırmanın birkaç yıl daha sürmesi ve eğer her şey yolunda giderse, beş yıl içerisinde, kanseri önleyen MSMB testinin yasallaşması bekleniyor.

Kaynak : Hürriyet

Bu yazı KanseriTedaviEt.com'da yayınlanmıştır - MSMB Proteini ile Prostat Kanseri Önlenecek

Yazının devamı için tıklayın...

Kanser Riskine Karşı Meme ve Yumurtalıkları Aldırmak

KanseriTedaviEt.com | Salı, Ekim 12, 2010 | 0 yorum »

Meme KanseriHer yıl dünyada bir milyon kadın meme, 200 bin kadınsa yumurtalık kanserine yakalanıyor. Yeni bir araştırma, önlem almak amacıyla meme ve yumurtalıklarını aldıran kadınlarda bu kanser türlerine yakalanma riskinin azaldığını gösteriyor.

Sandra Cohen ne meme ne de yumurtalık kanseri. Ancak önlem amacıyla hem memelerini hem de yumurtalıklarını aldırdı. Cohen bu kararı hem anneannesinin hem de annesinin meme ve yumurtalık kanserinden ölmesi nedeniyle aldığını söylüyor: “Adeta saatli bir bombanın üzerine oturmuş kansere yakalanmayı bekliyordum. Her gün acaba kanser olacak mıyım diye beklemek akıl sağlığımı bozmak üzereydi.”

Meme kanseri ameliyatıDoktorlar, BRCA1 ve BRCA2 genetik mutasyonlarını taşıyan kadınların önleyici ameliyatla meme ve yumurtalık kanserine yakalanma riskini azalttığını uzun yıllardır biliyor. Yeni bir araştırmaysa bu kadınların çok daha uzun yıllar yaşadığını gösteriyor. BRCA1 ve BRCA2 genetik mutasyonlarını taşıyan 2 bin 500 kadın üzerinde 4 yıl süren araştırmaya imza atan Pennsylvania Üniversitesi Tıp Fakültesi’nden Doktor Susan Domchek, “Yumurtalıklarını aldıran kadınların hem yumurtalık hem de meme kanserine yakalanma riski de azalıyor. Bu kadınların meme ve yumurtalık kanserinden ölme olasılıkları büyük ölçüde düşüyor. Genel sağlık durumları da iyileşme gösteriyor,”diyor.

Araştırmaya göre önlem amacıyla rahimlerini aldıran kadınların hiçbiri meme kanserine yakalanmadı. Önleyici ameliyatı reddedenlerin yüzde 7’sindeyse ilerki yıllarda meme kanserine rastlandı. Yumurtalıklarını aldıran kadınların meme kanserine yakalanma oranıysa yüzde bir olarak belirlendi. Bu oran, yumurtalıklarını aldırmayanlara kıyasla çok daha düşük. Araştırma ayrıca yumurtalıkları alınan kadınların yumurtalık kanserinden ölme riskinin neredeyse yüzde 80, meme kanserinden ölme riskininse yüzde 56 oranında azaldığını gösteriyor.

Araştırmacılara göre ailesinde meme ve yumurtalık kanserine yakalanan akrabaları olan kadınlar gen testi yaptırmaya teşvik edilmeli. Gen testini yaptıran Sandra Cohen’in benzer aile geçmişi olanlara bir tavsiyesi var: “Gen danışmanlarıyla birlikte araştırma yapın. Önlem amacıyla ameliyat geçiren kadınlarla tanışın. Böylelikle harekete geçmek için ihtiyacınız olan gücü bulacaksınız.” Araştırmanın sonuçlarını Amerikan Tabipler Birliği’nin dergisinde bulmak mümkün.

Kaynak : Voanews

Bu yazı KanseriTedaviEt.com'da yayınlanmıştır - Kanser Riskine Karşı Meme ve Yumurtalıkları Aldırmak

Yazının devamı için tıklayın...

Egzoz Gazları Meme Kanseri Riskini Artırıyor

KanseriTedaviEt.com | Pazartesi, Ekim 11, 2010 | 0 yorum »

Meme KanseriSolunum sistemi üzerinde olumsuz etkileri daha önce saptanan araçların saldığı egzoz gazlarının, göğüs kanseri riskini artırdığı açıklandı.

Kanada'nın Montreal kentindeki McGill ve Montreal üniversitelerinden bilim adamlarının tamamladıkları araştırma, Environmental Health Perspectives isimli tıp dergisinde yayımlandı.

Egzoz Gazları Meme Kanseri Riskini ArtırıyorMcGill Üniversitesi Sağlık Araştırmaları Merkezi'nden Dr. Mark Goldberg, Montreal'de had safhada hava kirliliğinin yaşandığı 1986-1996 arası kirlilik verilerini incelediklerini belirterek, "trafiğin ve trafikteki araçların saldığı nitrojen dioksit (NO2) gazının yoğun olduğu bölgelerde, göğüs kanseri vakalarının da yüksek olduğunu saptadık" dedi.

CNN Türk'ün haberine göre, Goldberg, menopoz sonrası dönemdeki ileri derecede göğüs kanseri hastası 383 ve değişik kanser teşhisleri konulmuş 416 kadının verilerinin, kirlilik haritası verileri ile örtüştüğünü kaydetti.

Araştırma ekibinde yer alan Montreal Üniversitesi bilim adamlarından Dr. France Labreche ise, "bu araştırma ile trafikteki araçların neden olduğu kirliliğin göğüs kanserine yol açtığını söylemiyoruz. Ulaştığımız sonuç, bu kirliliğin, göğüs kanseri riskini artırdığıdır" dedi.

Kaynak : Habertürk

Bu yazı KanseriTedaviEt.com'da yayınlanmıştır - Egzoz Gazları Meme Kanseri Riskini Artırıyor

Yazının devamı için tıklayın...

Kısmi Dalga Spektrokopisiyle Akciğer Kanserinde Erken Teşhis

KanseriTedaviEt.com | Pazartesi, Ekim 11, 2010 | 0 yorum »

Akciğer KanseriABD'li bilim insanları geliştirdikleri bir yöntemle hastanın ağız içinden yanağına ışık tutarak anormal hücreleri tespit etti. Yanak hücrelerinin bozulmasıyla akciğer kanseri arasında kurulan bağlantıyla erken teşhisin yolu açıldı

Amerikalı bilim insanları, akciğer kanseri riski taşıyan hastalarda erken teşhis imkânı veren bir yöntem geliştirdi. Akciğer kanserine yakalanan hastaların yanak hücrelerinde, hastanın ağız içinden yanağına ışık tutarak standart bir mikroskop altında normal görünen anormal hücreleri tespit etmeyi başardı. Uzmanlar, kısmi dalga spektrokopisi adı verilen yöntemle kromozomları oluşturan kromatinlerin kümelenmiş bir şekilde bulunduğunu keşfetti. Northwestern Üniversitesi tarafından geliştirilen bu optik teknolojiyle, bozulma gösteren hücrelere tutulan ışık, sağlıklı hücrelere kıyasla farklı bir sıçrama gerçekleştiriyor ve hücrelerdeki kanser kaynaklı değişiklikleri belli ediyor.

kısmi dalga spektrokopisi
Uzmanlar, yanak hücrelerini bu yöntem aracılığıyla inceleyerek erken teşhisi hayli zor olan akciğer kanserinde, sigara tiryakileri gibi yüksek kanser riski taşıyanlara erken teşhis koyabileceklerini belirtiyor. Böylece, vücuda zararlı ve pahalı testlere ihtiyacı olanlarla olmayanları birbirinden ayırmak daha da kolay hale gelecek. Kanser araştırmalarında çığır açması beklenen bu yöntem, kanserin vücudun farklı bir bölümündeki dokular üzerinde oluşturduğu ve "saha etkisi" adı verilen değişiklikleri tespit etmede kullanılıyor.

Kaynak : Sabah

Bu yazı KanseriTedaviEt.com'da yayınlanmıştır - Kısmi Dalga Spektrokopisiyle Akciğer Kanserinde Erken Teşhis

Yazının devamı için tıklayın...

Bitkisel İlaçlar Kanser Tedavisinin Etkisini Azaltıyor

KanseriTedaviEt.com | Pazartesi, Ekim 11, 2010 | 1 yorum »

HaberOnkolog Prof. Dr. İsmail Çelik, ''Türkiye'de kullanılan bazı ürünler ve bitkisel ürün karışımları, kansere karşı yürütülen tedavilerin etkisinde azalmaya neden oluyor'' dedi.

Hacettepe Üniversitesi İç Hastalıkları ve Medikal Onkoloji Uzmanı Prof. Dr. İsmail Çelik, kanserden korunmanın yolları ve tedavi sürecinde kullanılan bitkisel ilaçların zararlarına değindi.

Kanser tanısı konan insanların korkuya kapıldıklarını ve farklı bir hayatla tanıştıklarını söyleyen Çelik, ''(Şu bitkiyi kullan), (Şu tedaviyi de al) gibi öneriler oluyor komşudan, internetten. Hatta bunun çok reklamını yapan insanlar da var. Biz, bizden habersiz iş yaptıklarına kızmıyoruz. Takıldığımız nokta, Türkiye'de kullanılan bazı ürünler ve bitkisel ürün karışımları, kansere karşı yürütülen tedavilerin etkisinde azalmaya neden oluyor. Ben kanser tedavisi yapıyorum, kullandıkları yan ürünler tedavinin etkisini azaltıyor. Bu kabul edilemez bir şey'' şeklinde konuştu.

Kanser tedavisi sırasında bulantı ve kusmanın doktorları en çok tedirgin eden durum olduğunu vurgulayan Çelik, bu tür bitkisel karışımların bulantı ve kusmayı artırdığını, bunun da hasta için daha önemli bir sorun yarattığını dile getirdi.

Ismail CelikÇelik, bu tür ürünlerin kanama olması ihtimalini artırdığını ve bunu kemoterapi tedavisi alan hastaların çoğunun bildiğini belirterek, ''Biz insanlara 'Aspirin benzeri şey almayın, kanama sorunu yaşarsınız' diye yasak getiriyoruz. Mesela 'Tıraş bıçağı kullanmayın, tıraş makinesi kullanın' deriz. Neden? Kemoterapi bir dönem için, trombosit dediğimiz kan pulcuklarının sayısını azaltır. Bu tür bitkisel ürünler aldığı zaman bir anda bir kanamayla hakikaten hastayı kaybedebiliriz. Yani o kadar karışık bir tehlike ki'' diye konuştu.

Bitkisel ilaçların kanser tedavilerini ciddi anlamda sekteye uğrattığını anlatan Çelik, ''Buna halk arasında 'Pişmiş aşa su katmayın' denir. Hastalarımı uyarıyorum. Lütfen bunlara itibar etmeyin, tedaviyi sekteye uğratırsınız'' dedi.

BİTKİSEL KARIŞIMLAR BAKANLIK DENETİMİNDE ÜRETİLECEK

Türkiye'de şu anda saptanan en az 10 tane bitkisel karışımın içinde bu tür durumlara yol açabilecek maddelerin olduğunu aktaran Çelik, konuyla ilgili çok sevindirici bir gelişme yaşandığını dile getirdi. Çelik, ''İki gün önce Sağlık Bakanlığı’ndan bir açıklama geldi. Bu tür bitkisel tedavi ürünleri bakanlık denetiminde ruhsatlı tedavi ürünü olarak çıkacak ve Sağlık Bakanlığı bunları denetleyecek. O zaman bu ürünler ilaç olacak. Ben hastama bu ilacı önerirken, 'öbür ilacı kullanma' diyebileceğim. Bu çok güzel ve sevindirici bir gelişme'' şeklinde konuştu.

Çelik, kanserden korunmak için hiçbir zaman ilaç ya da vitamin kullanımı gibi önerilerde bulunmadıklarını belirterek, ''Bir kere kanserden korunmada ilaç yok. Besin de yok. Öyle brokoli, bir tane ıspanak, domatesle kanserden korunulmaz. Öneriler sabittir. Sigara, içkiden kaçacağız. Kilolu olmayacağız. Güneş ışığından korunacağız. Rahim ağzı kanseri Türkiye için tehlikeli, önlemlerimizi alacağız. Aktif olacağız. Bunlardan kaçındığımız, günlük hayatımıza sokmadığımız sürece, bizim için kanserden korunmanın önerisi budur. Ne ilacı var, ne bitkisi var, ne takviyesi var'' dedi.

Türkiye'de kanser görülme sıklığının gittikçe artacağını vurgulayan Çelik, ''Sigara içmeye devam edersek ve sigara yasaklarının etkisini en az 15-20 sene sonra görebileceğimizi düşünürsek, önümüzdeki 10 sene boyunca şu anki kanserlerin en az 3 ya da 4 katına çıkacağını kabaca bilmeliyiz. Eskiden yaptıklarımızdan dolayı şu anki yaşanan kanserlerdeki sayı artmaya devam edecek'' diye konuştu.

Kaynak: ntvmsnbc

Bu yazı KanseriTedaviEt.com'da yayınlanmıştır - Bitkisel İlaçlar Kanser Tedavisinin Etkisini Azaltıyor

Yazının devamı için tıklayın...

Beyin Tümorü Glioblastoma İçin Aşı Geliştirildi

KanseriTedaviEt.com | Salı, Ekim 05, 2010 | 0 yorum »

Beyin KanseriEn ölümcül beyin tümörlerinden glioblastoma hastalarının yaşam süresini yüzde 70'den fazla uzatan bir aşı geliştirildi.

Duke Üniversitesi'nden bilimadamları, standart tedavilerle birlikte uygulanan, deney aşamasındaki aşının kanser hücrelerinin çoğalmasında rol oynayan EGFRvIII genini hedef aldığını belirtti.

Glioblastoma aşısıBilimadamları aşının, 18 hastadan 17'sinde bu genin bulunduğu kanser hücrelerinin tümünü yok ettiğini vurguladı.

"Journal of Clinical Oncology" dergisinde yayımlanan araştırmada aşının, hastaların yaşam süresini 15-26 ay uzattığına dikkat çekildi.

Radyoterapi ve kemoterapideki ilerlemelere rağmen beyin tümörü türlerinin en sık rastlanan ve en tehlikelisi olan glioblastoma tümörü hastalarının yüzde 50'si teşhisin konulmasından sonra 1 yıl içinde yaşamını yitiriyor.

Kaynak: Habertürk

Bu yazı KanseriTedaviEt.com'da yayınlanmıştır - Beyin Tümorü Glioblastoma İçin Aşı Geliştirildi

Yazının devamı için tıklayın...

Kanser Riskini Azaltan 8 Öneri

KanseriTedaviEt.com | Salı, Ekim 05, 2010 | 0 yorum »

TavsiyelerYasemin Bradley, VATAN için Dünya Kanser Konferansını izledi. İşte riski azaltan 8 öneri...

Kanserden nasıl korunuruz?Londra’da Dünya Kanser Araştırma Vakfı’nın (World Cancer Research Fund-WCRF) düzenlediği iki günlük konferansta (12-13 Eylül) kanserle savaş ve doğru beslenmeyle ilgili çarpıcı konuşmalar yapıldı. Konferansta tek Türk doktor bendim. Dünyanın önde gelen bilim adamlarının katıldığı konferansta bazı araştırma sonuçları ilk kez açıklandı.


Doktorlar ve beslenme uzmanları verileri birlikte tartıştı, görüşlerini ve önerilerini dile getirdiler. Konferansta WCRF’nin, Amerikan Kanser Araştırma Enstitüsü’yle ortaklaşa hazırladıkları bir rapor da sunuldu. Raporda, kansere yakalanma riskini en aza indirecek birçok önemli öneri var. İşte hayat kurtarabilecek nitelikteki önerilerden bazıları...

21 yaşından itibaren ince kalmaya çalışın

1’NCİ ÖNERİ

- Normal, sağlıklı bir kiloda olabildiğince ince kalmaya çalışın.

- Ortalama bir yetişkinin vücut kitle indeksi 21-23 arasında değişiyor. Bu ülkeden ülkeye farklılıklar gösteriyor.

- 21 yaşından itibaren normal BMI (Body Mass Index (Vücut Kitle İndeksi)= Kilo/ boyun karesi) değerlerinde kalmaya çalışın.

- Yetişkin döneminizde kilo almaktan ve bel çevresi ölçüsünüzün artmasından kaçının.

Sonuç:

Kansere karşı korunmada yaşam boyu sağlıklı bir kiloda kalmanın, atılacak en önemli adımlardan biri olduğu bir kez daha vurgulandı. Bu nedenle gençlik yıllarının başlangıcı olan 21 yaşından itibaren kilo almamaya çaba göstermek gerekiyor. Normal kiloda kalmak sizi sadece kansere karşı değil, birçok kronik hastalığa karşı da koruyacaktır. Ancak dünya bugün, 1980-90’lardan çok daha şişman! 1990-2005 arasında yüksek refah düzeyine sahip birçok ülkede fazla kilolu ve obez insan sayısı arttı. Asya ve Latin Amerika ve bazı Afrika ülkelerinde bile şişmanlığa bağlı hastalıklar, birçok enfeksiyonel ve besin eksikliğindan kaynaklanan hastalıkları geride bıraktı. Fazla kilolu veya şişman olmak, bazı kanser türlerine karşı davetiye çıkarıyor. Aynı zamanda hipertansiyon, felç, şeker hastalığı ve kalp hastalığı riskini de artırıyor. Çocukluk ve ergenlikte fazla kilolu veya şişman olmak çoğunlukla yetişkinlikte de devam ediyor. Yani şişmanlık alışkanlık ve kalıcılık gösteriyor.

Vücut Kitle Endeksi nedir?

Vücut Kitle Endeksi (BMI: Body Mass Index) yetişkin bir insanın kilosunun boyuna göre normal olup olmadığını gösteren bir parametredir. Vücut kitle endeksi, vücut ağırlığınızın boy uzunluğunuzun karesine bölünmesi ile elde edilir. Sonuç olarak elde edilen değer aşağıdaki aralıklarda değerlendirilir.

- 20.0-24.9: Zayıf

- 25.0-29.9: Hafif şişman

- 30.0-34.9: Normal

- 35.0-44.9: Sağlık açısından önemli derecede obez

- 45.0-49.9: Aşırı obez

- 0 ve üstü: Morbid (ölümcül) obez

2’NCİ ÖNERİ

Fiziksel aktiviteler kansere karşı koruyucu

- Aktif olmayı günlük yaşantınızın bir parçası haline getirin.

- Her gün en az 30 dakika tempolu yürüyün. Veya 60 dakika orta hızda yürüyüş yapın. TV seyretme gibi sizi hareketsiz yaşama sürükleyen hobilerinizi sınırlayın.

Sonuç:

Birçok kişi, özellikle de endüstrileşmiş bölgelerde yaşayanlar fiziksel aktivite sınırının altında hareket ediyor. Endüstrileşme, şehirleşme ve makinelerin gelişmesiyle insanoğlu giderek hareketsizleşiyor. 20’nci yüzyılın 2’nci yarısından itibaren özellikle zengin ülkelerde hareketsiz yaşam şekli gelenekselleşti. Fiziksel aktivitenin hemen her şekli bizi bazı kanser türlerine karşı koruyor.

3’ÜNCÜ ÖNERİ

Fast food’u nadir olarak tüketin!

- Bol kalorili yiyeceklerin tüketimini azaltın.

- Şekerli içeceklerden kaçının.

- Fast food tüketmekten kaçının. Tüketirseniz de bunun nadir olmasına özen gösterin.

- Hedef, 10 yıl içinde toplumların şekerli içecek tüketimini yarıya indirmek olmalı.

Sonuç:

Yüksek kalorili yiyecek ve şekerli içecek tüketimi dünyada hızla artıyor ve şişmanlıktaki global artışın nedenine büyük olasılıkla katkıda bulunan bir faktör. İşlemden geçmiş yiyecekler bol şeker ve yağ içeriyorlar, bu yüzden de bol kaloridirler. Su içeriğinden dolayı içecekler yiyeceklere göre daha az yoğun. Ancak şekerli içecekler doygunluk hissi yaratmadığı için fazla enerji alımını da durdurmuyor! Sadece daha fazla enerji alımına yol açıyorlar; bu da fazla kilolara!

4’ÜNCÜ ÖNERİ

Bol bol bitkisel gıdalar yiyin!

Sebze ve meyze yiyin- Nişastalı (makarna, patates, mısır, bezelye, bal kabağı, pirinç, ekmek, kuru fasülye, nohut) olmayan sebze ve meyve tüketiminiz günde en az 600 gram olmalı.

- Günde en az 5 porsiyon (en az 400 gram) nişastalı olmayan sebze ve meyve yiyin.

- Her yemekte işlenmemiş tahıl ve baklagil tüketmeye çalışın.

- İşlenmiş rafine nişastalı ürünleri sınırlayın.

Sonuç:

Yapılan araştırmalar, kansere karşı koruyucu beslenme biçiminin ağırlıklı olarak bitkisel besinlerden oluştuğunu gösteriyor. Bitkisel besinler; besin gücü bakımından yüksek, lif bakımından zengin, kalori açısındansa az olmalı. Nişastalı olmayan sebze ve meyveler bazı kanser türlerine karşı koruyucu olabilir. Kalorileri düşük olduğundan kilo almayı da engellerler.

Nişastalı olmayan sebzeler neler?

Yeşil yapraklı sebzeler (ıspanak, pazı, semizotu, roka, maydanoz gibi), brokoli, bamya, patlıcan, bok choy gibi... Ama patates, tatlı patates değil örneğin. Havuç, enginar, kereviz, turp da nişastalı olmayan köklerden...

5’İNCİ ÖNERİ

Ne kadar et tüketmeliyiz?

- Kırmızı et tüketimini azaltın ve işlenmiş etlerden kaçının.

- Kırmızı eti haftada 300 gramdan fazla tüketmemek ana hedef olmalı.

- En fazla 500 gr’da kalın. İşlenmiş et yememeyi tercih edin. (Sosis, sucuk, salam, jambon gibi)

Yiyecekseniz de çok az miktarda yemelisiniz. Ayda bir gibi. Kırmızı et: İnek, dana, koyun, domuz, kuzu ve keçi eti. İşlemeden geçmiş et: Tütsülenmiş, özel yöntemlerle saklanmaya hazır hale getirilmiş, tuzlanmış, kimyasal koruyucular eklenmiş etler.

Sonuç

Eğer ölçülü tüketilirse hayvansal gıdalar besleyici ve sağlıklıdır. Çünkü et besinsel açıdan çok güçlü bir yiyecektir, protein, çinko demir, B12 vitamini içerir. Ancak vejetaryen beslenmeyi hayat tarzı edinenlerin, çeşitli kanser türlerini geliştirme risklerinin daha düşük olduğu da bir gerçek. Ama bunda genel olarak sağlığa verdikleri önemi de göz önünde bulundurmak gerekiyor; sigara içmemek, az alkol kullanmak gibi...

300 gram pişmiş et= 400-450 gram çiğ et (1 dilim bonfile 120-150 gr. arası)

500 gram pişmiş et= 700-750 gram çiğ et

Kırmızı ve işlenmiş etlerin bazı kanser türlerine yol açtığı konusunda artık hemfikiriz. Hayvansal yağdan zengin diyetler kilo da aldırıyor.

Aflatoksin nedir?

Gıdalarda, tahıllarda, yemlerde ve her türlü kuru yiyeceklerde rutubetin artmasına ve sıcaklığa bağlı olarak, mantar türleri hızla üreyerek mikotoksin (küf zehiri) denilen zararlı bir toksin (zehir) üretirler. Bunların en önemlisi ‘Aflatoksin’dir. Aflatoksinler, kuvvetli zehir ve kanserojen maddelerdir. Bu maddeyi içeren yiyecekler karaciğer kanserine yol açar.

Aflatoksin içerebilecek yiyecekler

Tüm tahıl bazlı yiyecekler (buğday, arpa, çavdar, yulaf), cereal ve müsliler (mısır gevrekleri), baklagiller ve fıstık. Tahıl ve kuruyemişlerin de uygun olmayan koşullarda uzun süre saklanması gelir düzeyi düşük ülkelerde aflatoksini çok tehlikeli hale getiriyor.

Erkekler iki, kadınlar bir kadeh içmeli

6’NCI ÖNERİ

- Alkollü içecekleri kesinlikle sınırlayın.

- Eğer tüketiyorsanız, erkekler günde en çok 2 kadeh, kadınlarsa günde 1 kadehten fazla içmemeli.

Sonuç

Alkol tüketimi kanserde tartışmalı olsa da birçok bulgu, alkollü içeceklerin kanseri tetiklediğini ve tüketilmemesi gerektiğini gösteriyor. Ancak şaşırtıcı şekilde, ölçülü alkol tüketimi koroner kalp hastalıkları riskini önemli ölçüde azaltıyor. Elimizdeki veriler içeceğin türü hakkında bilgi vermiyor. Bu da demek oluyor ki; ister bira için, ister şarap, ister viski, fazla içki kansere yol açan bir etken. Önerimiz hepsinden kaçınmak.

- Burada önemli olan içkiden ziyade tüketilen ethanol (saf alkol) miktarı. 1 kadeh ortalama 10-15 mililitre (gram) ethanol içeriyor. Bu da vücuda zararlı.

- Çocuklar ve hamile kadınlar kesinlikle alkollü içki kulanmamalı.

Koruma yöntemlerinde tuz kullanılan yiyecekler mide kanseri yapıyor

7’NCİ ÖNERİ

- Tuzu azaltın. Küflü yiyeceklerden kaçının. (Peynir çeşitleri)

- Hedef günde 5 gramdan az tuz tüketmek olmalı. (Normali 2 gram sodyum/tuz)

- Aflatoksinlere maruz kalmayın.

- Gitgide güçlenen kanıtlara göre; hazırlama ve koruma yöntemlerinde tuz kullanılan yiyecekler mide kanserine neden olabiliyor.

Tuzu kullanmayan koruma yöntemleri nelerdir?

Buzdolabında saklamak, dondurmak, kurutmak, şişelemek, kutulamak veya mayalama. Tuz insan sağlığı ve yaşam için gerekli. Ama dünyanın her yerinde tüketilenden çok daha azı!

Sonuç:

- Sıcak havalarda uzun süre naylon torbada kalmış kuruyemişlerde aflatoksin ürüyor. İhtiyacınızdan fazla tahıl ve kuruyemiş almayın. Az miktarda alıp kısa sürede tüketin.

- Kokusu tadı değişmiş ürünleri kullanmayın.

Yardımcı destekleri önermiyoruz

8’İNCİ ÖNERİ

- Tüm besin ihtiyacını sadece yediklerinizden, içtiklerinizden sağlamaya çalışın.

- Kanseri önlemek için yardımcı destekleri (vitamin hapları, soya hapları, folik asitler) önermiyoruz. Diyetle alım yetersizse destekler yararlı olabiliyor.

Sonuç:

Kanıtlar yüksek dozda besinsel desteklerin kansere karşı koruyucu olabileceğini veya neden olabileceğini gösteriyor. Genel düşüncemiz; kansere karşı destek kullanımının hiç umulmayan ters etkileri olabileceği... Tercih ettiğimiz gerekli besinlerin geleneksel diyetten alınması. Bizce en iyi beslenme biçimi desteklerle değil, yiyecek ve içeceklerle olanı. Yüksek dozda destek kullanımının bazı kanser türlerinin riskini artırdığına dair destek kullanımının beklenmeyen ters etkileri olabilir. Bu yüzden kanseri önlemek için destek kullanımı önermek akıllıca değil. Komitemiz yine de desteklere ihtiyaç duyulabilecek zamanlar da olduğunu kabul ediyor.

WCRF (World Cancer Research Fund)

Dünya Kanser Araştırma Vakfı. Londra merkezli bir vakıf. Kanserin önlenmesi ve kontrol edilmesi amacıyla 1982 yılında kurulmuş, derneklere önderlik ediyor, onları birleştiriyor. Araştırmacılar, sağlık profesyonelleri, kanun düzenleyiciler ve diğer sağlık örgütleriyle birlikte çalışıyor. İnsanlara kanser gelişme şanslarını düşürecek bilgiler sağlıyor. Sağlıklı beslenme, fiziksel aktivite ve şişmanlıkla ilgili bilgiler veriyor. Bu uluslararası konferansta dünyadaki en iyi araştırmacıları bir araya gelmişti. Yiyecek, beslenme, fiziksel aktivite ve kanser üzerindeki son araştırma sonuçlarını açıkladılar, tartıştılar.

Kaynak: Vatan

Bu yazı KanseriTedaviEt.com'da yayınlanmıştır - Kanser Riskini Azaltan 8 Öneri

Yazının devamı için tıklayın...