İki Yeni Meme Kanseri Geni Bulundu

KanseriTedaviEt.com | Salı, Mart 31, 2009 | 0 yorum »

Meme KanseriCancer Research UK araştırmacıları iki yeni meme kanseri geni buldular. Bu genlerden bir kısmı meme kanseri riskini artırırken, diğer ilginç bir şekilde riski düşürüyor. Bulgular ileride meme kanseri riskinin önceden ölçülmesi için gerekli testlerinde geliştirilmesine yardımcı olacak.

Nature Genetics'de yayınlanan bir çalışmaya göre Cancer Research UK araştırmacıları kadınlarda meme kanseri riskini etkileyen iki yeni gen buldular.

Tespit edilen bir genetik bölge, genin hatalı bir kopyasını taşıyan kadınlarda kanser riskini yüzde 12 artırırken, iki hatalı kopya olması riski yüzde 23 oranında arttırıyor.

İlginç olan, diğer genetik bölgenin bir bozuk kopyayla kanser riskini yüzde 4, iki bozuk kopyayla yüzde 11 oranında azaltması. Genellikle bu tip durumlarda bozuk genler kanser riskini artırıyor, ancak bazı vakalarda da mutasyon, riski düşürüyor.

Bu çalışmayla beraber genetik değişimlere uğrayarak kanser riskini etkileyen genetik bölge sayısı 13'e çıkmış oldu. Bu 13 bölgeden 8'i Cancer Research UK kaynaklı araştırmalarla bulunmuştu.

iki yeni meme kanseri geni bulunduBu genetik hatalardan dolayı artan risk küçük, ancak bu "düşük risk" genleri keşfedilmeye devam ettiği sürece, birlikte belirgin bir şekilde riski arttıran bu genler için testler yaratılması mümkün olacak.

Bu da doktorların riski önleme, teşhis ve meme kanserine yakalanma ihtimali fazla olan kadınlar için tedavi kararlarına destek olacak.

Cambridge Üniversitesi'ndeki Genetik Epidemioloji Bölümü profesörlerinden Doug Easton şöyle diyor : "Bu genler sayesinde meme kanserine yakalanma riski fazla olan kadınları daha kolay tespit etmemize yarayan geliştirmeler yapabileceğiz. Ancak bu genetik puzzle'da daha bulmamız gereken pek çok parça var."

Bu çalışmada bilim adamları, kanser hastalarının genlerinde sağlıklı kadınlara göre daha düzenli şekilde bozukluk görülen bölgeleri bulabilmek için, meme kanseri olan 400 kadının genetik kodlarını taradılar.

Daha sonra ulusal bir katılımla 16 ülkeden toplam 100 bilim adamı, meme kanseri olan 100.000 kadındaki ve sağlıklı 40.000 kadındaki elverişli genetik bölgeleri test ettiler.

Araştırmada genel nüfustaki her 5 kadından birinin kanseri riskini arttıran işaretleyicilerin iki bozuk kopyasını taşıdığı bulundu (rs4973768). Bu durum, NEK10 ve SLC4A7 genlerine yakın olan 3. kromozom'a dayanıyor.

Her 14 kadından birinin ise kanser riskini azaltan işaretleyicilerin iki bozuk kopyasını taşıdığı bulundu (rs6504950). Bu durum ise COX11 genine yakın olan 17. kromozom'a dayanıyor.

UK'de meme kanseri her yıl 45.500 yeni vaka ile en sık rastlanan kanser çeşidi olma özelliğini taşıyor.

Yaşam stili meme kanseri riskini etkileyen en önemli faktör. Ancak kalıtsal faktörler de, kadının hastalık riskini belirleyen önemli noktalardan birisi.

Cancer Research UK direktörlerinden Lesley Walker şöyle diyor : "Bu çalışma bizi meme kanserine yönelik genetik testlerin geliştirilmesine bir adım daha yaklaştırdı. Eğer meme kanserine yakalanma riski yüksek olan kadınları tespit edebilirsek ve bu riskin ne kadar yüksek olduğunu bulabilirsek, doktorlar daha ilk aşamada kanseri nasıl önleyeceklerine dair daha sağlıklı kararlar alabilirler."

Bu yazı KanseriTedaviEt.com'da yayınlanmıştır - İki Yeni Meme Kanseri Geni Bulundu

Yazının devamı için tıklayın...

Çok Sıcak Çay Yemek Borusu Kanseri Riskini Artırabilir

KanseriTedaviEt.com | Pazartesi, Mart 30, 2009 | 0 yorum »

Yemek Borusu KanseriWebMD'de ve diğer bir çok web sitesinde yayınlanan bu haber bizim gibi sıcak siyah çay içen kişileri özellikle ilgilendiriyor. Habere konu olan araştırma aynen bizdeki gibi siyah çayın günlük olarak tüketildiği İran'da yapılmış. Çok sıcak içilen çay, yemek borusu hücrelerine zarar vererek yemek borusu kanserine sebep olabilir

Sıcak veya çok sıcak çay içmek, yemek borusu kanserinin özellikle bir türüne sebep olabilir.

Haber British Medical Journal dergisinin online sayısında yayınlandı.

Araştırmacılar bir yemek borusu kanseri çeşidi olan özellikle de skuamöz hücreli karsinoma (esophageal squamous cell carcinoma) çok görüldüğü İran'daki Golestan bölgesindeki çay tiryakileriyle çalıştılar.

Skuamöz hücreli karsinoma dünyada en sık rastlanan yemek borusu kanseridir. Ancak bu kanser çeşidi yemek borusu adenokarsinomu gibi Batı Avrupa'da yükselişte değil.

Araştırmacılar İran'daki çay tiryakileriyle çalışmasının sebebi, bu bölgede yaşayan hemen herkesin hergün çay içmesi ve yemek borusu kanserinin risk faktörlerinden olan tütün ve alkol içiminin bu bölgede yaygın olmaması.

Çay ne kadar sıcaksa, risk o kadar fazla

Çok Sıcak Çay Yemek Borusu Kanseri Riskini ArtırabilirIran'da yapılan çay araştırmasını Tahran Üniversitesi Tıp Bölümü'nde görevli olan Farhad Islami'nin de yer aldığı bir ekip yürüttü.

Araştırmacılar skuamöz hücreli karsinoma hastası olan 300 kişiyle ve benzer geçmişe sahip 571 sağlıklı kişiyle görüştüler.

Katılımcılar, çayı ne kadar sıcak içtiklerini de ve çayın ne kadar süre demlendiğini de içeren çay içme alışkanlıklarıyla ilgili sorulara cevap verdiler.

Neredeyse tüm katılımcılar (yüzde 98) hergün siyah çay içtiklerini belirttiler.

Yemek borusu kanseri, çok sıcak çay içenlerde sıcak veya ılık çay içenlere göre 8 kat fazla görülüyor. Benzer karşılaştırma sıcak çay içenlerde de görülüyor. Sıcak çay içenlerin yemek borusu kanserine yakalanma ihtimali ılık içenlere göre 2 kat daha fazla.

Bulgular diğer risk faktörlerine bağlı değil. Ancak "sıcak" kavramı kişiden kişiye değişiyor. Bazılarının sıcak olaran nitelediği çay kimine göre ılık olabilir.

Bu yüzden Islami'nin ekibi yerel halktan 48.000 kişinin verileri inceledi. Bu kişilerin tercih ettikleri çay sıcaklığı dijital termometrelerle ölçüldü.

Bulgulara göre katılımcıların yüzde 39'u 60 derecenin altını tercih ediyor. Diğer yüzde 39'luk kısım 60-64 derece arasını seviyor. Yüzde 22'lik kısım için 65 derece veya üstünde bir sıcaklığı tercih ediyor.

Soğutma süresi

Bu tip gözleme dayalı çalışmalar sebep ve sonuç ilişkisini kanıtlamıyor. Yani sıcak ve çok sıcak çayın, ya da herhangi bir sıcak içeceğin yemek borusu kanserine sebep olduğu kesin degil.

Ancak sıcak içeceklerle yemek borusu kanseri riski arasındaki olası ilişki yeni değil.

Amerikan Kanser Derneği başkan yardımcılarından Dr. Michael Thun şöyle diyor : "Güney Amerika'da, özellikle de Arjantin'de neredeyse kaynama derecesinde ve metal bir kaşıkla içilen bir çeşit çayla yemek borusu kanseri arasında çok sağlam bir ilişki var. Aslında sorun çay değil, çok sıcak içmeye bağlı oluşan kronik yanma."

Islami'nin ekibi ayrıca çok sıcak içilen içeceklerin yemek borusu hücrelerine zarar vererek kanserin oluşumunu destekleyebileceğini belirtiyorlar.

Çalışma ile beraber yayınlanan bir makalede, Islami'nin çalışmasının şimdiye kadar bu teoriyi savunanan ve eşsiz bir tespiti olan "en zorlayıcı test" olduğu, bulguların klinikerlerin ve araştırmacıların diğer birçok tespitine uyduğu belirtiliyor.

Avustralya'daki Queensland Tıbbi Araştırma Enstitüsü doktorlarından David Whiteman sonuçların çalışmanın tekrar edilerek bulguların tekrarlanması gerektiğini ancak sıcak içecekleri bir süre soğumaya bırakmanın iyi bir fikir olduğunu düşünüyor.

Whitehead şöyle diyor : "Yeni demlenmiş bir bardak çayı içmeden önce en az 4 dakika beklemenin, ya da daha genel olarak yiyecek ve içecekleri yutmadan önce biraz soğumalarını beklemenin olumsuz sonuçlara yol açacağını düşünmek oldukça zor."

Whitehead ayrıca Islami'nin bulgularının bir alarm niteliğinde olmadığını ve halkın çay içme ritueli için duyduğu heyecanını düşürmemesi gerektiğini ekliyor.

Bu yazı KanseriTedaviEt.com'da yayınlanmıştır - Çok Sıcak Çay Yemek Borusu Kanseri Riskini Artırabilir

Yazının devamı için tıklayın...

Tüm HaberlerCancer Research UK'in haberine göre çok kırmızı et ve işlenmiş et yiyenlerin kansere yakalanma riski, daha az yiyenlere göre çok daha fazla. Bu kişilerde kanser harici sebeplere bağlı ölümler, özellikle de kalp krizi daha fazla görülüyor.

Amerika araştırmacılara göre düzenli olarak çok miktarda kırmızı veya işlenmiş et tüketen kişilerin kanserden ölme şansı çok daha yüksek.

Maryland'deki Ulusal Kanseri Ensititü'sündeki bir grup, Diet ve Sağlık araştırmasına katılan 500.000'den fazla kişinin verilerini analiz etti.

1995'de programa katılan ve o zaman yaşları 50 ve 71 arasında olan katılımcılar beyaz, kırmızı ve işlenmiş et (salam, sucuk vb.) tüketimleriyle ilgili bilgi verdiler.

10 yıl sonra 47.976 erkek and 23.276 kadın hayatını kaybetti. Araştırmacıların bulgularına göre daha çok kırmızı et (günde her 1000 kaloride 62.5 gr) yiyen kadın ve erkeklerin (her beş kişiden biri) yemeyenlere göre kanser sebebiyle ölüm riski daha fazla.

Kırmızı Et ve İşlenmiş Et Tüketimi Kanser Riskini ArtırıyorBu kişilerin ayrıca başka bir sebeple ölüm riski de daha fazla, özellikle de kalp krizi riski.

Ayrıca daha fazla işlenmiş et (günde her bin kaloride 22.6 gr) tüketen kişilerin de genel ölüm, kansere veya kalp krizine bağlı ölüm riskleri de daha fazla.

Buna karşın daha fazla beyaz et yiyen kişilerin çok daha az ölüm (genel veya kansere bağlı) riskiyle karşı karşıya olduğu görüldü.

Archives of Internal Medicine dergisindeki yazılarında araştırmacılar şöyle diyor : "Genel ölümlere baktığımızda, eğer daha az kırmızı et tüketselerdi erkek ve kadınlardaki ölümlerin yüzde 11'inin önlenebileceğini görüyoruz. Bu sonuçlar Amerikan Kanser Araştırmaları Enstitüsü ve Dünya Kanser Araştırmaları Fonu'nun daha az kızmızı ve işlenmiş et yememiz konusundaki önerisini destekliyor."

Cancer Research UK'in yöneticilerinden Ed Yong şöyle yorumluyor: "Şu anki durum gösteriyorki, dünyada yeme alışkanlıkları ve kanser araşındaki ilişkiyi inceleyen en büyük iki araştırmaya göre, daha fazla kırmızı et veya işlenmiş et tüketen kişilerin kansere yakalanma riski daha fazla."

"Kimse pastırma veya burger yemeyi kesmenizi söylemiyor. Fakat bu büyük çalışmalardan çıkan sonuçlar bizlere bu etleri tüketimimizi azaltmamızın, kanser ve diğer hastalıklara bağlı ölümlerinde azalması anlamına geldiğini gösteriyor."

"Bu çalışmaya göre en çok et yiyen kişiler günde 160 gr kırmızı veya işlenmiş et yemişler. En yiyen kişilerde ise bu oran günde 25 gr'mış."

"Cancer Research UK olarak şunu öneriyoruz, kanser riskini azatlmak istiyorsanız lifli gıdalar, meyve sebze ağırlıklı ve daha az doymuş yağ, tuz, kırmızı veya işlenmiş etin olduğu bir diyet uygulayın."

Bu yazı KanseriTedaviEt.com'da yayınlanmıştır - Kırmızı Et ve İşlenmiş Et Tüketimi Kanser Riskini Artırıyor

Yazının devamı için tıklayın...

Avrupa`da Kanseri Yenenlerin Sayısı Artıyor

KanseriTedaviEt.com | Cuma, Mart 27, 2009 | 2 yorum »

Tüm HaberlerCancer Research UK'in haberine göre, EUROCARE-4 isimli çalışma grubun sonra raporu, ülkeden ülkeye çok farklılık gösterdese de Avrupa'da kanseri yenen kişilerin sayısında bir artış olduğunu ortaya koyuyor. Kanser taramaları ve erken teşhis, bu artıştaki önemli etkenlerden.

EUROCARE-4 çalışma grubunun araştırmalarına göre Avrupa'da kanseri yenen kişilerin sayısı artıyor.

1990'dan beri yürütülen bu araştırma Avrupa'da kanseri yenen kişilerle ilgili en geniş kapsamlı epidemiolojik çalışma. Araştırmadan çıkan en son rapor, 23 Avrupa ülkesinden 13.500.000'den fazla kanser hastasının verilerini içeriyor.

1988 ve 1990 yılları arasında, ve daha sonra tekrar 1997 ve 1999 yıllarında yapılan kanser hastalarının analizi, kanseri iyileşen ve daha sonra normal insanlar gibi yaşamaya devam eden kişilerin sayısında bir artış olduğunu gösteriyor.

Örneğin bu süre içinde bağırsak kanserinden kurtulan kişilerin oranı yüzde 42'den yüzde 49'a yükseldi.

Buna benzer olarak akciğer ve mide kanserindeki iyileşme oranları yüzde 6'dan yüzde 8'e ve yüzden 15'ten yüzde 18'e yükseldi.

İtalya'daki Ulusal Epidemioloji, Gözetim ve Sağlık merkezi doktorlarından Riccardo Capocaccia şöyle diyor : "1998'den 1990'a ve 1990'dan 1997'ye kadarki sürede Avrupalı akciğer, mide ve kalın bağırsak kanseri olan hastaların iyileşme oranındaki artış oldukça kayda değer."

Avrupa Kanser Dergisi'nin özel bir sayısının konuk yazarlarından Dr Capocaccia ise şöyle ekliyor : "Bu oran 'lead time' denen erken teşhis süresini içermiyor. Yani bu trendler kanser tedavisindeki gerçek süreçleri ortaya koyuyor. "

Çalışma ayrıca meme kanserini yenen kadınların oranının, meme kanseri taramasıyla olan bağlantısını da açıklıyor. Örneğin Batı Avrupa ülkelerindeki meme kanseri iyeşme oranları Polonya, Çek Cumhuriyeti ve Slovenya'ya göre yüzde 10 daha fazla.

Dr Capocaccia şöyle diyor : "Bu farkın bir bölümü 90'ların ortalarında bazı Batı Avrupa ülkelerinde meme kanser taramasına başlanmasıyla ilişkilendiriliyor. Eğer bu doğruysa, şöyle bir çıkarım yapılabilir : Erken teşhis meme kanseri hastası kadınların hayatını kurtarıyorsa, bu hastalığın daha tedavi edilebilir olduğu anlamına gelir."

Buna karşın değişik ülkelerde kanseri yenen kişilerin oranlarında oldukça farklı rakamlar karşımıza çıkıyor. İzlanda en iyi iyileşme oranı olan yüzde 47'yle erkeklerde birinci sıradayken, Fransa yüzde 58.6'yla kadınlardaki iyileşme oranında birinci sırada bulunuyor.

Polonya'da ise erkeklerin sadece yüzde 21.3'ü ve kadınların da yüzde 38'i kanseri yenebilmiş.

Avrupa Kanser Organizasyonu başkanı Prof. Alexander Eggermont Avrupa'daki hayatta kalma oranıyla ilgili olara şunları söylüyor :

"İyi haber birçok kanser türü için hayatta kalma oranının 1980 ve 1990'larda artış olması. Ülkeler arasında büyük farklılıklar var. Ancak hayatta kalma oranlarındaki büyük artışların çoğunluğu, hayatta kalma oranın ilk zamanlarda düşük olduğu ülkelerde gerçekleşmiş. Bu da Avrupa genelindeki oranlardaki farklılığı etkilemiş."

Bu yazı KanseriTedaviEt.com'da yayınlanmıştır - Avrupa`da Kanseri Yenenlerin Sayısı Artıyor

Yazının devamı için tıklayın...

Gırtlak KanseriAmerikan Kanser Derneği'nin haberine göre gırtlak kanseri hastalarına uygulanan cisplatin ve 5-fluorouracil'den oluşan stardart kemoterapiye docetaxel'in eklenmesi, hastaların gırtlaklarının alınmasını önleyebilir ve yaşam kalitesini yükseltebilir.

Fransız araştırmacıların bulgusuna göre lokal olarak ilerlemiş gırtlak kanseri hastalarına (laryngeal and hypopharyngeal kanseri) uygulanan 3 ilaçlı bir kemoterapinin yardımıyla, hastaların operasyonla gırtlaklarının alınmasının önüne geçilebilir.

İleri derecede gırtlak kanseri (larenks kanseri) olan hastaların çoğuna larenjektomi (gırtlağın alınması) uygulanıyor ve bu işlemin birçok zorlu yan etkileri bulunuyor. Hastanın konuşması tamamen imkansız hale geliyor, birçok hasta yutma zorluğu çekiyor ve nefes borularında açılan kalıcı delik yüzünden kendini topluma izole ediyor.

Docetaxel Eklenen Üçlü Kemoterapi, Gırtlağın Alınmasını EngelliyorAraştırmacılar, hastaların gırtlaklarının alınmaması için farklı tedavi yöntemleri arıyorlar. Bu sebeple bu araştırmanın sonuçları umut vadediyor.

Daha önce yapılan çalışmalar cisplatin ve 5-fluorouracil'e eklenen docetaxel'in sadece cisplatin ve 5-fluorouracil ile yapılan standart tedaviye göre hastanın ömrünü uzattığını ve tümörün büyümesini yavaşlattığını gösteriyordu.

Fransa'daki Centre Hospitalier Regional et Universitaire de Tours doktorlarından Gilles Calais ve arkadaşları lokal laryngeal and hypopharyngeal kanseri hastası 213 kişiyi tedavi etmeyi başardılar. Bu hastalara gelişigüzel olarak cisplatin ve 5-fluorouracil; veya cisplatin, 5-fluorouracil ve docetaxel'den oluşan üçlü bir kempoterapi verildi. Tedaviye tepki veren hastalara ayrıca radyoterapi uygulandı ve bu hastalara cerrahi operasyon yapılmadı. Araştırmacılar 3 yıl sonra hastalardaki gırtlağın korunması, toksik etkiler ve genel tepki oranlarını karşılaştırdı.

3 yıl sonra çıkan sonuçlara göre diğer ilaçlarla beraber docetaxel alan hastaların yüzde 70'inin gırtlakları alınmadı. Diğer grupta bu oran yüzde 58'de kaldı. Ayrıca Docetaxel alan gruptaki hastaların tümörlerinde kemoterapi ile belirgin küçülme gözlendi (yüzde 80'e karşı yüzde 59.2), ancak bu gruptaki hastalarda diğer gruba göre enfeksiyon ve saç dökülmesi gibi yan etkiler daha fazla görüldü. Araştırmacılar her iki gruptaki hayatta kalma oranı arasında bir fark bulamadılar.

Radyoterapiden önce 3 ilaçla uygulunan kemoterapi ilerlemiş gırtlak kanseri hastalarının gırtlaklarının alınmasını önleyebilir ve bunun sonucu olarak yaşam kalitelerini yükseltebilir. Bu bulgunun diğer baş ve boyun kanseri türlerinin tedavisinde uygulanabilmesi için daha çok araştırma yapılması gerekiyor.

Bu yazı KanseriTedaviEt.com'da yayınlanmıştır - Docetaxel Eklenen Üçlü Kemoterapi, Gırtlağın Alınmasını Engelliyor

Yazının devamı için tıklayın...

Yemek Borusu KanseriWebMD ve New York Times'da yayınlanan habere göre alkol aldıktan sonra yüz kızarması yaşayan kişilerin yemek borusu kanserine yakalanma riski daha fazla. Özellikle Uzakdoğu'da daha fazla görülen bu risk, ALDH2 enziminin kalıtsal olarak eksik olmasından kaynaklanıyor.

Alkol içtikten sonra oluşan yüz kızarması yemek borusu kanseri riskinin habercisi olabilir.

Yeni bir rapor, alkol içtikten sonra yüz kızarıklığı yaşayan kişilerin yemek borusu kanserine yakalanma risklerinin kızarmayan kişilere göre çok daha fazla olduğunu gösteriyor.

Alkole Bağlı Yüz Kızarması Yemek Borusu Kanseri Riskini İşaret Ediyor OlabilirAraştırmacılar Japon, Çinli ve Koreli'leri üçte birinin, alkole karşı bulantı ve kalp ritminin hızlanmasının yanısıra yüz kızarması tepkisi verdiğini belirtiyor. Bu tepki aldehyde dehydrogenase 2 (ALDH2) bir enzimin kalıtsal olarak eksik olmasından kaynaklanıyor.

Araştırmacılara göre ALDH2 eksikliği olan kişilerin olmayanlara göre alkol kaynaklı yemek borusuna kanserine (özellikle de skuamöz hücreli karsinoma - esophageal squamous cell carcinoma) yakalanma risklerinin çok daha fazla olduğu birkaç doktor ve tıp adamı tarafından biliniyor.

Araştımacı Dr. Philip J. Brooks ve arkadaşları PLoS Medicine dergisinde şöyle yazmışlar : "Yemek borusu kanserinin dünyada en ölümcül kanserlerden olması çok üzücü. 5 yıllık hayatta kalma oranları Birleşik Devletler'de yüzde 15.6, Avrupa'da yüzde 12.3, Japonya'da ise yüzde 31.6"

Araştırmacılar Japonya ve Taiwan'daki çalışmalara göre ölçülü miktarda içiliyor olsa bile alkol içtikten sonra yüz kızarıklığı yaşayan kişilerdeki alkole bağlı yemek borusu kanseri riskinin daha yüksek olduğunu gösteriyor. Bazı çalışmalar riskin 18 kat fazla olduğunu ve fazla alkol tüketenlerin daha büyük bir risk taşıdığını öne sürüyor.

Buna karşın araştırmacılar ALDH2 noksanlığına bağlı olarak artan yemek borusu kanseri riskinin sadece alkol tüketen içen insanlar için geçerli olduğunu vurguluyor. Alkol kullanmayalar bu kadar büyük bir riskle karşı karşıya değil.

Brooks ve arkadaşları, sağlık çalışanlarının hastalarına alkol içtikten sonra yüz kızarması yaşayıp yaşamadıklarını sormaları gerektiğini söylüyor. Eğer yaşıyorlarsa kanser taraması gerektiren bir yemek borusu kanseri işareti olarak görülmesi gerektiğini belirtiyorlar.

Yüz kızarması yaşayan kişilerin ayrıca ileride karşılaşacakları yemek borusu kanseri riskini düşürmek için daha az alkol tüketmeleri konusunda uyarılmaları gerekiyor.

Bu yazı KanseriTedaviEt.com'da yayınlanmıştır - Alkole Bağlı Yüz Kızarması Yemek Borusu Kanseri Riskini İşaret Ediyor Olabilir

Yazının devamı için tıklayın...

Tüm HaberlerWebMD'de yayınlanan habere göre araştırmacılar, truva atı olarak nitelendirdikleri nitrik oksit bazlı bir ilaçla ileri derecede kanseri hastası olan bir köğeği tamamen iyileştirmeyi başardılar. İnsanlar ve köpekler genetik olarak çok benzediğinden, tedavi ileride insanlar üzerinde de uygulanabilir.

Cleveland Clinic'teki araştırmacılar köpeklerdeki kanseri herhangi bir yan etki ve rahatsızlığa sebep olmadan başarıyla tedavi ettiler. Aynı strateji, insanlardaki kanserin tedavisine de önayak olabilir.

Cleveland Clinic doktorlarından Dr. Joseph A. Bauer bu olağandışı başarının detaylarını Salt Lake City'deki bir toplantıda paylaştı.

Bauer'in ekibinin başarı hikayesi Oscar isimli bir mucize köpekle başlıyor. Oscar Bichon Frise cinsi 10 yaşında bir köpekti ve çok ileri derece bir kanser olan anal kese adenokarsinomu hastasıydı. Kemoterapi ve radyoterapi başarısız olmuştu ve yürümesini engelliyordu. Oscar'ın 3 aylık ömrü kalmıştı.

Bauer ve arkadaşları tam bu zamanda Oscar'a kanseri yokeden bir ilaç olan nitrosylcobalamin (NO-Cbl) verdiler. İki hafta içersinde Oscar'ın kanserinde gözle görülür bir iyileşme oldu ve Oscar tekrar yürümeye başladı.

Truva atı kanseri yok ediyor

NO-Cbl isimli ilaç kanser hücrelerini aynı bir biyolojik truva atı gibi hedef alıyor. Truva atı kavramı, dışardan zararsız gibi gözüken birşeyin içinde gizli zarar vermeye yönelik bir madde olarak kullanılıyor.

Bu vakada kullanılan ilaç kanseri yok eden bir madde olan ve B12 vitaminine bağlı nitrik oksitle yapıldı. Hücrenin yüzeyindeki reseptörler, vitamini çekerek hücrenin içine girmesine yardım ederler. B12 reseptörleriyle kanser hücreleri anormal derecede hızlı büyürler. NO-Cbl bu reseptörlerin tespit eder, kanserli hücrelerin içine sızar ve kanseri hücreyi öldürecek nitrik oksiti bırakır.

Amerikan Kimya Derneği tarafında yayınlanan bir habere göre bilim adamları 60 yıldan uzun süredir, kanserle savaşıçak bir B12 bazlı truva atı geliştirmeye çalışıyordu.

Bauer'in ekibi diğer iki köpeğin tedavisinde de umut vadeden ve negatif yan etkileri olmayan sonuçlardan bahsediyorlar. Ultrason and MRI görüntülemesi her 3 köpekteki tümörün boyutlarında belirgin küçülme göstermiş. 6 yaşında golden retriever cinsi bir köpek olan Buddy'e uygulanan NO-Cbl tedavisi spinal (omurilik) tümörde yüzde 40'lık bir küçülme sağlamış. Daha önce sağ arka ayağında sinir hasarı olan Buddy şu an 2 mil yürüyebiliyor. Uygulanan tedavi, operasyonu imkansız hale gelmiş tiroid kanseri olan 13 yaşında dişi bir Giant Schnauzer'in tümöründe de belirgin bir küçülme sağlamış. 10 haftadan daha az bir sürede tümör yüzde 77 oranında küçülmüş. Ekip şimdi Haley isimli bir golden retrieverdaki spinal tümörü tedavi etmeye çalışıyor.

Bauer'in ekibi NO-Cbl ile 10 tane köpeği başarılı bir şekilde tedavi etmek istiyor ve hemen ilacı insanlar üzerinde test etmek için Birleşik Devletler Yiyecek ve İlaç Bakanlığı'ndan (FDA) onay almak istiyor. Bauer insanların ve köpeklerin genetik olarak benzer olduklarını vurguluyor. Bu benzerlik, ilacın FDA'nın sıkı onay sürecinden geçme şansını arttırabilir.

Ev hayvanlarına da odaklanın

Birleşik Devletlerde hey yıl 6 milyon köpeğe kanser teşhisi konuyor. Genetik olarak insanlara benzeyen ve kansere yakalanan ev hayvanlarla çalışmak araştırmacılara kanseri tedavisinde bir fırsat sunuyor.

Bauer şöyle diyor : "Ulusal Kanser Entitüsü sahipleriyle aynı çevresel faktörlere maruz kalan ev hayvanlarının verilerini topluyor. Onlar sizinle aynı havayı soluyup aynı suyu içiyorlar. Eğer bir köpekte kanseri tedavi edecek bir yöntem bulursanız bunu çok büyük bir ihtimalle insanlara da uygulayabilir ve fareler üzerinde olduğundan daha büyük bir başarı oranı elde edersiniz.

Bu tip araştırmalar ayrıca Oscar vakasında olduğu gibi ev hayvanlarının hayatlarını da kurtarabilir.

Bauer şöyle ekliyor : "Biz hiç iyileşme umudu olmayan kanser hastası köpeklere tedavi şansı sunan çok az araştırma grubundan biriyiz. Birçok insan böyle bir olayda başka seçenek olmadığı ve hayvanlarının acı çekmesini istemediği için uyutulmasını tercih ediyor."

Aynı zamanda bir köpek sahibi olan Bauer araştırmasının hayatında yapmaya değer en önemli şeylerden biri olduğunu düşünüyor.

Bu yazı KanseriTedaviEt.com'da yayınlanmıştır - Nitrik Oksit Köpeklerdeki Kanseri Yok Etti. İnsanlara da Uygulanabilir mi ?

Yazının devamı için tıklayın...

Tüm HaberlerCancer Research UK'in haberine göre önceden mevcut olan küçük damarlardan yeni kan damarlarının oluşmasını engellemeye yarayan ve tümörün büyümesini engelleme amaçlı kullanılan anti-anjiyogenez ilaçlar az dozda alındığında ters etki yaparak tümörün gelişimi destekliyor.

Nature Medicine'de yayınlanan bir araştırmaya göre, Cancer Research UK'in desteklediği bilim adamları anjiyogenez (önceden mevcut olan küçük damarlardan yeni kan damarlarının oluşması) inhibitörleri isimli ilaçların tümorün büyümesini durdurmak yerine desteklediğini ortaya çıkardı.

Bu ilaçlar aslında tümöre giden kanı besleyen maddeleri durdurmaya yarıyor. Bu araştırmanın odaklandığı konu hastalar için henüz kullanılmaya başlanmayan cilengitide isimli bir deneysel anjiyogenez inhibitörü.

AnjiyogenezLondra Üniversitesi Quenn Mary Kanser Enstitüsü ve Beatson Kanser Araştırması Enstitüsü araştırmacıları laboratuvar çalışmalarında az dozda cilengitide'ın beklendiğinin aksina ters etki yaptığına ve kanserin gelişimi arttırdığına dair kanıt buldular.

İngiltere'deki Kanser Araştırma Entitüsü'ne bağlı olan Breakthrough Meme Kanseri Araştırma Merkezi çalışanlarından Dr. Andy Reynolds şöyle diyor : "Çalışmamız cilengitide gibi ilaçların bilinmeyen bir yönünü ortaya çıkardı; yüksek dozda cilengitide anjiyogenezi durdururken, az dozda alındığında tümore giden kanın besin maddelerini harekete geçirirek büyümesini teşvik ediyor. Bu sonuçlar daha önce yapılan erken evredeki klinik deneylerin neden umulan sonucu vermediğini açıklayabilir.

Bu sonuçlardan çıkan bilgileri bizlere bu ilaçları mümkün olduğunca etkili olacak bir biçimde geliştirmemiz için yardım edecek. Gelecekte bu inhibitörleri diğer ilaçlarla birlikte kullarak hastaların bundan sağlayacağı faydayı arttırabiliriz."

Cancer Research UK diretörlerinden Dr. Lesley Walker ise şöyle ekliyor : "İlaçlar vücudun karmaşık sinyal sistemlerini yeniden yönlendirirler. Bazen ilacın dozundaki çok ufak oynamalar ya da ilacın yapısındaki ufak değişimler, etkisinde büyük değişiklikler yaratabilir.

Bu çalışma daha önce hastalarda görülen karmaşık sonuçların açıklanması ve hayal kırıklığı yaratan sonuçların hastaların ilaçtan zarar görmeden fayda sağlayacağı şekilde değiştirilmesi için oldukça önemli.

Sunitinib (Sutent) ve Bevacizumab (Avastin) gibi diğer anti-anjiyogenez ilaçların tedavide doğruluğu kanıtlanmış etkileri var. Ancak bu ilaçların neden bazen başarısız olduklarını da anlamamız gerekiyor. Belki de hepsinin çalışma prensipleri çok benzer."

Bu yazı KanseriTedaviEt.com'da yayınlanmıştır - Anti-anjiyogenez İlaçlar Az Dozda Alındığında Tümörü Büyütüyor

Yazının devamı için tıklayın...

Tekrarlayan Meme Kanserinde Erken Teşhis Önemli

KanseriTedaviEt.com | Perşembe, Mart 19, 2009 | 0 yorum »

Meme KanseriBusiness Week'te dün yayınlanan habere göre erken teşhis tekrarlayan meme kanserinden kaynaklanan ölümleri azaltabilir. Habere konu olan çalışma hem aynı göğsünde hem de farklı göğsünde tekrarlayan meme kanseri olan kadınları baz aldığı için önceki benzer çalışmalardan ayrılıyor.

Uluslararası bir araştırmaya göre, tekrarlayan meme kanserinin erken teşhisi ölümleri neredeyse yarı yarıya önleyebilir.

Araştırmacılar İtalya, Floransa'daki tıp merkezinde 1998 ve 2005 yılları arasında tedavi görmüş ve ikinci kez meme kanserine yakalanmış 1044 kadından elde edilen verileri incelediler. Bu kadınlardan 455'inin aynı göğsünde (ipsilateral), 589'unun ise diğer göğsünde (kontralateral) meme kanseri tekrarlamıştı. Vakaların yüzde 33'ünce belirti görülürken, yüzde 67'sinde belirti görülmedi.

Araştırmaya göre, belirti olmayan evrede erken teşhis halinde hayatta kalma oranı yüzde 27 ila 47 arasında artıyor.

Araştırmacılar ayrıca tekrarlayan meme kanserinin tespiti için mamografinin klinik muayane göre daha etkili olduğunu buldular (yüzde 86'ya karşın yüzde 57). Ancak buna rağmen vakaların yüzde 14'ü ancak klinik muayene ile teşhis edildi.

Belirtisiz (asemptomatik) kanserler, belirtili (semptomatik) kanserlere göre daha küçüktü ve erken evrelerdeki kanser asemptomatik olan kadınlarda semptomatik olan kadınlara göre daha yaygındı (yüzde 58'e yüzde 23). Semptomatik olan kadınlara göre daha az sayıda asemptomatik kadında kanserin yayılabileğinin bir işareti olan nod metastazı görüldü.

Araştırma 17.03.2009 tarihinde online olarak Annals of Oncology dergisinde yayınlandı.

Araştırma başkanı ve Avustralya'daki Sidney Üniversitesi Halk Sağlığı Bölümü doktorlarından Nehmat Houssami şöyle diyor : "Çalışmamız tekrarlayan meme kanserinde erken teşhisin önemine ilişkin yeni kanıtlar sunuyor. Biz erken ve asemptomatik teşhisin etkilerini tahmin etmeye çalıştık ve sonuçlarımızın önceki araştırmalara göre daha doğru olduğunu düşünüyoruz. Buna ek olarak diğer çalışmalar sadece bir meme kanseri türü üzerineyken, bizim çalışmamız hem ipsilateral hem de kontralateral meme kanserindeki erken teşhis üzerine. Yani tahminlerimiz meme kanserine böyle yaklaşımda bulunan klinisyenler için daha faydalı olabilir."

Bu yazı KanseriTedaviEt.com'da yayınlanmıştır - Tekrarlayan Meme Kanserinde Erken Teşhis Önemli

Yazının devamı için tıklayın...

Kalın Bağırsak KanseriCancer Research UK'in 16.03.2009 tarihli haberine göre egzersiz, sağlıklı beslenme ve makul alkol tüketimini içeren sağlıklı bir yaşam tarzı 2024 yılında görülecek olan kalın bağırsak kanseri vakalarını dörtte bir oranında azaltabilir.

Cancer Research UK'in yeni bir raporunda yer alan tahminlerine göre sağlıklı bir yaşam 2024 yılında 12.000 kalın bağırsak kanseri vakasını (yüzde 26) önleyebilir.

Sağlıklı bir yaşam tarzını benimseyen erkekler, bundan en çok fayda sağlayanlar. Erkeklerin üçte biri (yüzde 31) sağlık bir yaşam tarzıyla kalın bağırsak kanserine yakalanmıyor. Kadınlarda ise bu oran yüzde 18.

En etkili önlemler kırmızı etle işlenmiş et yemeyi azaltmak esmek ve zayıf kalmaya çalışmak. Meyve sebze yiyerek, egzersiz yaparak ve alınana alkol miktarını azaltarak erkek ve kadınlardaki kalın bağırsak kanseri oranları düşürülebilir.

Cancer Research UK epidemiolojisti Prof. Max Parkin hesaplamalarına göre senede 36.000 kalın bağırsak kanseri vakası görülüyor. Bu oran 2024 itibariyle 48.000'e fırlayacak.

Ancak bu riski azaltmak için gerekli olan adımları atabiliriz.

Erkekler için listenin en başında kırmızı et miktarını azaltmak geliyor. 2024 yılında eğer bütün erkekler günde 80 gr'dan daha fazla kızmızı etme yemezse, erkeklerde görülen kalın bağırsak kanseri vakaları yüzde 14 oranında (3640 kişi) düşüyor. Kadınlarda ise daha az kırmızı et yendiği takdirde yüzde 3 oranında (640 vaka) küçük bir düşüş oluyor.

Genel olarak bakıldığında sağlıklı bir kilo bu hastalığı önlemede en önemli etken olarak gözüküyor. Kilolu veya obez olmak kalın bağırsak kanseri riskini arttiriyor. Kilolu kişilerin sayısındaki azalma, kanser vakalarını yüzde 7.6 (3470 kişi) oranında düşürebilir. Şu anki mevcut seviyeler korunsa bile ilerki vakaların yüzde oranında düşeceği tahmin ediliyor.

Günde en az 5 porsiyon meyve sebze tüketmek de kanser riskini yüzde 6 oranında (2830 kişi) düşürebilir.

Erkeklerde günde yarım litre bira, kadınlarda bir kadeh şaraptan daha fazla alkol almamak, ilerde oluşabilecek kalın bağırsak kanseri vakalarını yüzde 3.7 oranında (1680 kişi) azaltabilir. İyi bir kiloda kalmanızı da sağlayan düzenli fiziksel aktivite, riski yüzde 2.5 oranında (1150 kişi) düşürebilir.

Prof. Parkin şöyle diyor : "Hey yıl 19.700 erkeğe ve 16.500 kadın kalın bağırsak kanseri teşhisi konuyor. İnsanlar daha uzun süre yaşarlarsa bu hastalığa yakalanacakları beklentisi içine girebilirler, ancak sağlıklı bir yaşam tarzını seçenler bu riski düşürebilirler. Bu özellikle erkekler için çok doğru bir yaklaşım. Eğer yediklerine ve kilolarına dikkat ederlerde 2024 yılında erkeklerde görülen kalın bağırsak kanseri vakalarında yüzde 31'lik bir azalma bekleyebiliriz. Kadınlarda ise yüzde 18'lik bir düşüş tahmin ediyoruz. "

Cancer Research UK direktörlerinden Sara Hiom şöyle diyor : "Kalın bağırsak kanserini önlemek için günlük olarak yapabileceğiniz birçok pratik şey var. Mantıklı ölçülerde yemek, alkol tüketimini sınırlamak, egzersiz yapmak ve sağlık bir kiloda olmak bunlar arasında sayılabilir. Eğer kalın bağırsak kanseri taramaları da yaygınlaşırsa, hastalığın süresi ve gelişimi hakkında tahminde bulunmamazı sağlayan daha çok erken teşhis görebileceğiz."

Bu yazı KanseriTedaviEt.com'da yayınlanmıştır - Sağlıklı Yaşam, Kalın Bağırsak Kanserini Dörtte Bir Oranında Önleyebilir

Yazının devamı için tıklayın...

Kemoterapi04.03.2009 tarihli bu habere Kanser Araştırmaları Entstitüsü'nün web sitesinde rastladım. MSNBC tarafında yayınlanan haberde, yeni bir tarama yönteminin kemoterapinin kanser tedavisi üzerindeki sonuçlarını çok daha hızlı bir şekilde gösterebildiğine, böylece gereksiz tedavilerin de önlenerek hastaların tedavi sonuçlarını daha çabuk görebileceğine değiniliyor.

Akciğerlerinin kanserle kaplandığını öğrendikten sonra Mike Stevens’ın kemoterapiye başlaması sadece bir hafta aldı – fakat bunun herhangi bir yararı olup olmadığını görmek için altı hafta beklemesi gerekti.

"Bütün bu acıyı çekiyorsunuz ve bilmek istiyorsunuz, yaşayabilecek miyim? Bütün bunlar işe yarıyor mu?" diyor Kaliforniyalı, 48 yaşındaki Stevens. "Hayatınız zindana dönüyor. "

Bir tedavinin tümörlerin sayısını azaltıp azaltmadığını veya en azından büyümesini durdurup durdurmadığını görmek, doktorların haftalarını hatta aylarını alıyor. Ancak araştırmacılar; hastaların arafta kalma süresini azaltacak, kemoterapinin işe yarayıp yaramadığını birkaç gün içinde gösterebilecek yeni bir tıbbi tarama yöntemi üzerinde çalışıyor.

Böylesine hızlı bir yöntem; hem hayat hem de para kurtabilir, doktorlara etkisiz bir ilacı daha çabuk değiştirme şansını verebilir, pahalı ama faydasız tedavileri azaltarak sağlık hizmetleri için tasarruf sağlayabilir. Aynı yaklaşımın, yani gelişmiş tıbbi görüntüleme taramaları kullanımı, radyoterapide de faydası olabilir.

Bu deneysel görüntülemede bilinen bir hastane aygıtı kullanılır: PET (pozitron emisyon tomografisi) taraması, genellikle kanser tespit etmede ve kalp krizinin etkilerini belirlemede kullanılır. CT taraması ve MRI’lardan farklı olarak PET taraması; bir tümörün sadece boyutunu değil, içerideki etkinliğini de gösterir. Kanser tedavisinin etkilerini ölçmede kullanıldığında, görünüşte bir bulgu olmasa bile içten bilgi vererek, tedavinin tümöre nasıl bir etki yaptığını gösterir. PET taraması, hastada ilerlemelerin- aç kanser hücrelerinin yüksek miktarda kan şekeri yutması gibi – olduğu bölgeye, taramada gözüken radyoaktif bir madde enjekte ederek yapılır. Bunu gecenin geç saatinde mahallede kimin uyanık olduğunu anlamak için yatak odası pencerelerindeki ışıkları kontrol etmeye benzetebiliriz.

PET taraması, hastalığın tedavi öncesi durumunun tespiti veya nüksetme riskini kontrol için birçok kanser hastasına uygulanıyor. Fakat PET taramasının tedavinin etkisini görme amaçlı kullanımı, lenfoma tedavisi dışında yaygın değil.

Yeni bir araştırma; hem PET taramasını, hem de farklı bir izleme maddesinin enjeksiyonunu içeren yeni bir yöntem üzerinde çalışıyor.

New York Memorial Sloan-Kettering Kanser Merkezi’nden Dr. Steven Larson şöyle diyor : “Kan şekeri kullanımını izleyen standart tarama; göğüs, prostat, yemek borusu kanseri ve kalın bağırsak kanseri gibi vakalarda kullanıldığında yararlı oldu. Etkili bir tedavinin uygulanabileceği birçok tümörde çok faydalı olacağını düşünüyorum. Bazı deneyler, kemoterapinin sonucunu 10 gün ila 2 hafta içinde ortaya çıkardı.”

Araştırmacıların şimdiki amacı, prosedürün sigorta kapsamına sokulması için federal düzenleyicileri ikna etmek; bu da yöntemin düzenli kullanımının yolunu açacak. Dr Larson bunun gerçekleşmesin iki ya da üç yıl alacağını söylüyor.

Farklı bir radyoaktif maddenin enjekte edildiği, kemoterapinin etkisini daha çabuk gösteren yeni PET tarama yöntemi araştırmanın kapsamını oluşturuyor. Larson, tümörü öldürmektense büyümesini engelleyecek yeni ilaçların bulunmasında bu yöntemin oldukça yararlı olacağını düşünüyor.

Bu yöntemin adı FLT PET. Yöntem, adını fluorothymidine radyoaktif maddesinden alıyor ve kanser hücrelerinin bölünüp bölünmediğini görmemizi sağlıyor. Kontrol dışı bölünmeye kanserde sık rastlanır ve bunu baştan durdurmak kemoterapinin başarılı olmasını sağlayabilir.

"Umudumuz bir ya da iki doz kemoterapi uygulayıp, tümörün buna tepki verip vermediğini de bir iki gün içinde görebilmek" diyor Iowa Üniversitesi’nden Dr. Michael Graham ve ekliyor : “Tümör tepki vermezse doktorlar B planına geçebilir. Bu bize uygun bir tedavi uygulama fırsatı veriyor.

Graham, FLT PET üzerinde yapılan araştırmaların daha ilk aşamalarında olduğunu,henüz yeterince çalışma yayınlanmadığını, çalışmaların sayısı onu geçmediğini ve bunlarda incelenen hasta sayısının azlığının da kesin bir sonuca varmalarını engellediğini de vurguluyor.

Kore’de akciğer kanseri tedavisi gören – tıpkı, tedavinin cevap verip vermediğini görmek için altı hafta beklemek zorunda kalan Stevens gibi - 28 hastanın incelendiği rapor Graham’ı çok etkilemiş. Araştırmacılar; hastanın tedaviye cevap verip vermediğini, tedavinin başlamasından itibaren yalnızca 1 hafta içinde ve de yüzde 93’lük bir kesinlik payıyla söyleyebildiklerini bildirdiler.

Madison’daki Wisconsin Üniversitesi’nde yapılan daha küçük çaplı bir araştırmada; akut miyelositer lösemi (AML) hastası yedi kişiye, yoğun kemoterapi altında oldukları bir haftanın değişik günlerinde bu tarama yöntemi uygulandı. Normalde, doktorlar kemoterapinin işe yaradığını görebilmek için tedavi bittikten sonra bir ay bekliyorlar. Ancak FLT PET yöntemi, tedavinin başlangıcından yalnızca bir gün sonra cevap sundu.

"Sadece yedi kişinin incelendiği bir çalışmanın heyecan uyandırması zordur, " diyor çalışmacılardan Dr. Mark Juckett, "ancak bu az sayıdaki hasta arasından kemoterapiye olumlu ve olumsuz yanıt verecek olanlar, bize öngörülebilir gibi geldi."

Yapılan diğer ön çalışmalar; yeni PET teknolojisinin göğüs ve beyin kanseri, ayrıca lenfoma tedavilerini ölçümlemekte de kullanılabileceğini ortaya koyuyor.

Graham’ın tahmini, FLT PET taramasının tedavi ölçümlemede kullanımının on yıl içinde rutinleşeceği yönünde.

"Bir işe yaramadığı halde bu tedavilere binlerce dolar harcamak korkunç bir maddi kayıptır, " diyor Graham.

Nükleer Tıp Derneği’nin seçilmiş başkanı olan Graham; dernekle ilaç şirketleri arasında yapılan, FLT PET’in ilaç şirketlerinin deneysel kanser ilaçları çalışmalarına dahil edilmesi konulu müzakerelerde yer almış.

Zaman içinde, FLT PET’in deneysel tedavinin işe yarayıp yaramadığını daha hızlı şekilde cevaplandırabilmesi umuluyor. Böylece, işe yaramayan ilaçlar daha çabuk tespit edilebilecek ve bunları inceleyerek harcanan zaman azalacak. Bütün bunlar da şirketleri ağır bir masraftan kurtaracak. İlaç şirketi araştırması da, FLT PET’in tedavi izlemede kullanımını onaylaması için federal düzenleyicileri ikna edecek.

İlaç sanayii devi Merck & Co.’dan Dr. Samuel C. Blackman, nükleer tıp grubuyla yapılan müzakerelerin ayrıntıları üzerine yorum yapamayacağını; ancak FLT PET’in kendilerini heyecanlandırdığını söylüyor.

Akciğer kanseri hastası Mike Stevens, 2005 yılından bu yana kemoterapi görüyor ve hastalığı genellikle kontrol altındaydı. Tedavinin işe yarayıp yaramadığını bilememenin verdiği ızdırabın bitmesi ihtimali, bilim adamlarıyla beraber onu da mutlu ediyor.

"Sanki vücudunuz bağlanmış ve bir uçuruma 45 derecelik açıyla eğilmiş duruyorsunuz; birisi ipinizden çekip sizi kurtaracak mı yoksa bırakıp düşmenizi mi izleyecek bilmiyorsunuz, " diyor Stevens. "Tedavinin iyi gittiği haberini daha erken alabilirseniz... uğruna savaşacak bir şey var demektir. "

Bu yazı KanseriTedaviEt.com'da yayınlanmıştır - Kemoterapim İşe Yarıyor mu ? FLT PET Taraması Hızlı Bir Cevap Verebilir

Yazının devamı için tıklayın...

Kanserden Korunma Önerileri - 2.Bölüm

KanseriTedaviEt.com | Pazartesi, Mart 16, 2009 | 1 yorum »

TavsiyelerAmerikan Kanser Araştırmaları Entitüsü (AICR), 5 yıl süren bir araştırmanın sonunda; beslenme, fiziksel aktivite ve kanser arasındaki ilişkiyi ortaya koyan bir Uzman Raporu yayınlamış. Bu araştırmadan çıkan kanserden korunma önerilerini, kendi web sitelerinde 10 madde halinde sıralamışlar. Rapordan çıkan maddeler hem kanserden korunmak isyetenler, hem de kanseri yenerek hayatına devam edenler için altın değerinde öneriler içeriyor. Öncelikle birinci bölümü okumak isterseniz buraya tıklayın.

Kanserden Korunma Önerileri - 2.Bölüm

6. Eğer içecekseniz, alkollü içki tüketiminizi sınırlayın. Erkekler günde 2, kadınlar günde 1 kadehten fazla içmemeli

AICR, kanserden korunmak için alkollü içki içmemenizi öneriyor. Yine de, Uzman Raporumuz, makul miktarda alınan alkolün koroner kalp hastalıklarına iyi gelebileceğini açığa vuruyor. Alkol tüketimini erkekler günde 2, kadınlar ise 1 kadehi geçmeyecek şekilde sınırlamalıdır.

Alkollü içeceklerin bütün türlerinin bazı kanser türlerine yakalanma riskini arttırdığına dair bulgu, 1990’ların ortalarına nazaran bugün daha kuvvetlidir. Alkol tüketiminin ağız, yutak, gırtlak, yemek borusu ve meme kanserine; ayrıca erkeklerde kolon veya rektum kanserine sebep olduğuna dair yeterli bulgu vardır.

Alkollü içeceklerin tüketimi, kadınlarda da kalın bağırsak kanseri ve karaciğer kanseri riskini de arttırabilir.

Bilim adamları alkol tüketiminin kansere nasıl yol açtığını hala araştırıyor. Bir teoriye göre alkol, kanser riskini DNA’mıza direk olarak zarar vererek arttırıyor. Araştırma gösteriyor ki, alkol sigarayla beraber tüketildiğinde daha da zararlı oluyor.

7. Tuzlu ve tuzla (sodyumla) işlenmiş besin tüketiminizi sınırlayın

Aşırı tuz tüketimi, mide kanseri riskini arttırır ve yüksek tansiyona sebep olur.

Günlük tuz tüketimimiz 2400 miligramdan az olmalıdır. Aslında ihtiyacımız olan bundan çok daha azıdır. Bugün Birleşik Devletler’de birçok insan 2400 mg’den fazlasını tüketiyor; ancak bunu kolayca azaltmanın yolları mevcut.

Uzman Heyeti, tuzlu ve tuzlanarak korunmuş besinlerin mide kanseri riskini arttırabileceğini keşfetti. Çalışmalar, yüksek miktarda alınan tuzun midenin iç kısmına zarar verdiğini gösteriyor. Mide kanseri bu şekilde tetikleniyor olabilir.

Vücudumuza giren tuzun çoğunu işlenmiş besinlerden alırız. Bu besinlerin tuz miktarının yüksek olduğunu her zaman anlayamayız; çünkü tatları tuzlu olmayabilir, bu yüzden besindeki sodyum miktarını etiketinden kontrol edin. Kahvaltılık mısır gevreği, ekmek, donmuş gıda, pizza ve cips tüketiminize dikkat edin. Ayrıca konserve çorba ve soslardaki sodyum miktarını da kontrol edin ve işlenmiş etten uzak durun. Kurabiye gibi tatlı yiyeceklerde bile tuz miktarı yüksek olabilir.

8. Besin katkılı ürünler kullanmayın

Kanser riskini azaltmak için, vitamin hapları gibi ek ürünler yerine farklı türde yiyecekleri yemeyi tercih edin.

Uzman Raporu’nun, vitamin hapları gibi ek ürünlerin, farklı kanser türlerine yakalanma riskini arttırabileceğine dair güçlü bulguları var. Heyet, en iyi beslenmenin tamamlayıcı ürünlerle değil de, yiyecek ve içeceklerle olacağı kanısında. Besin değeri yüksek tüm yiyecekler, sağlık için gerekli olan (lif, vitaminler, mineraller ve bitkilerdeki biyoaktif bileşenler gibi) maddeleri içerir. (Bitkisel gıdalar kanserle savaşan birçok bileşeni içinde bulundurur. Tabaklarınızın 2/3’ünü sebze, meyve, tahıl ve fasulye çeşitleriyle, en fazla da 1/3’ünü hayvansal proteinlerle doldurun.)

Bazı çalışmalar, tamamlayıcı ürünlerin vücuttaki besin dengesini bozabileceğini göstermiştir. Daha fazla bulguya gereksinim vardır; ancak bu ürünler, kanser riskini bu yolla arttırıyor olabilir.

Tamamlayıcı ürünlerin önerildiği durumlar da vardır. Aşağıdakiler, tamamlayıcı ürünlerin faydalı olabileceği en bilindik durumlardır:

• Bebek sahibi olmayı planlayan tüm kadınlar, gebe kalmadan önce ve hamileliğin 12. haftasına kadar folik asit kullanmalıdır.
• Hamileler ve bebekli kadınlar, D vitamini ve özellikle de demir seviyeleri düşükse, demir almalıdır.
• 6 aylık ve 5 yaş arası çocukların A,C ve D vitamini kullanmaları faydalıdır; yine de iştahı yerinde olan ve farklı türde besinler tüketen çocukların bunlara ihtiyacı yoktur.
• Zayıf düşmüş yaşlılar düşük dozda değişik vitaminler içeren haplardan dengeli şekilde kullanabilir.
• Yaşlılar ve ayrıca: dışarı nadiren çıkanlar; dışardayken vücütlarını örtenler; et veya balık yemeyenler de D vitamini almalıdır.

Bu konularda daha çok tavsiye istiyorsanız bir doktora veya diyetisyene başvurmanız en iyisidir.

9. Annelerin bebeklerini ilk 6 ay sadece emzirmeleri, diğer sıvılara ve besinlere geçmemeleri en iyisidir

Bulgular gösteriyor ki, emzirmek anneleri meme kanserinden koruyabilir. Ayrıca bebeklerin şişmanlamasını engeller ki; şişmanlık, bebeklerin yetişkinliklerinde kilolu olmasına sebep olabilir. Ve kilolu yetişkinlerin kansere yakalanma riski daha yüksektir.

Uzman Raporu’nun emzirmenin kadınları meme kanserine karşı koruduğuna dair bulgusu ikna edicidir. Emzirilmiş bebekler aşırı kiloluluğa ve obeziteye karşı korunur. Aşırı kilolu veya obez çocukların yetişkin olunca da öyle kalmaları muhtemeldir.
Emzirmek, annenin vücudundaki kanserle ilişkili hormonların seviyesini düşürür ve meme kanseri riskini azaltır. Emzirme bittiğinde göğüsler, DNA’sı hasar görmüş olabilecek bütün hücrelerden arınmış olur. Bu, gelecekteki olası meme kanseri riskini azaltır.

Araştırmalar, emzirilmiş bebeklerin kalori alma eğiliminin bebek mamasıyla beslenmiş bebeklerden az olduğunu gösteriyor. Bu, onların büyüyünce kilolu veya obez olma risklerinin daha düşük olduğu anlamına gelir.

Bebeğinizi emzirmeyi planlıyorsanız, doktorunuz veya sertifikalı emzirme danışmanınız size bilgi ve destek sağlayacaktır.

10. Kanseri yenenler, tedaviden sonra da Kanserden Korunma Önerilerine uymalıdır

Kanser teşhisi konmuş birisi, bir profesyonelden özel beslenme önerileri almalıdır. Tedavi sona erdiğinde, mümkünse (ve tersi önerilmediyse), diyet, fiziksel aktivite ve kilo korumaya dair önerilerimizi dikkate alın.

Kanserle mücadele edenler, kanser teşhisi konmuş kişilerdir; hastalığı iyileşenler de onlara dahildir.

Fiziksel aktivite ve sağlıklı bir kiloda kalmak için alınan diğer tedbirlerin (örneğin diyet yapmak) özellikle meme kanserinin tekrar oluşmasını engelleyebileceğine dair bulgular gitgide güçlenmektedir. Yine de, kanserle mücadele edenler için kesin tavsiyelerde bulunabilmek için yeterli bulgu yoktur.

Bu yayındaki tavsiyelere uymak, kalp hastalıkları ve diabet gibi hastalıklara yakalanma riskinizi azaltabilir.

Ve asla unutmayın – sigara içmeyin ve tütün çiğnemeyin.

Kanserden Korunma Önerileri - 1 .Bölüm

Bu yazı KanseriTedaviEt.com'da yayınlanmıştır - Kanserden Korunma Önerileri - 2.Bölüm

Yazının devamı için tıklayın...

Kanserden Korunma Önerileri - 1.Bölüm

KanseriTedaviEt.com | Pazartesi, Mart 16, 2009 | 0 yorum »

TavsiyelerAmerikan Kanser Araştırmaları Entitüsü (AICR), 5 yıl süren bir araştırmanın sonunda; beslenme, fiziksel aktivite ve kanser arasındaki ilişkiyi ortaya koyan bir Uzman Raporu yayınlamış. Bu araştırmadan çıkan kanserden korunma önerilerini, kendi web sitelerinde 10 madde halinde sıralamışlar. Rapordan çıkan maddeler hem kanserden korunmak isyetenler, hem de kanseri yenerek hayatına devam edenler için altın değerinde öneriler içeriyor. Yazının ikinci bölümünü okumak için buraya tıklayın.

Kanserden Korunma Önerileri - 1.Bölüm

1. Aşırıya kaçmadan, olabildiğince zayıf olun

Sağlıklı bir kiloda kalmak, kanser riskini azaltmak için yapabileceğiniz en önemli şeylerden biridir. Sağlıklı bir vücut kitle endeksi mevzilinin alt kısımlarında olmaya gayret edin.

Sağlıklı bir kiloda kalmanın size birçok yararı vardır. Kendimizi iyi hissettirmesinin yanında, sadece kansere değil, 2. tip diabet ve kalp hastalıkları gibi diğer kronik hastalıklara yakalanma riskini de azaltır.

Fazla kiloların toplandığı yerlerin de kanser riskini etkileyen bir faktör olduğunu biliyoruz. Bilim adamları, belimizde toplanan yağların bilhassa tehlikeli olduğunu keşfettiler – bu yağlanma, hem kan dolaşımına östrojen salan, hem de vücuttaki diğer hormonların seviyesini arttıran bir “hormon pompası” etkisi yapıyor.

2. Günde en az 30 dakika egzersiz yapın

Her ne olursa olsun, bütün fiziksel aktiviteler kanser riskini azaltıyor. Alışkanlıklarınıza tempolu yürüyüş yapmak gibi aktiviteler eklemeye bakın.

Araştırmalar, fiziksel aktivitede bulunmanın kilo almayı engellemesinin yanısıra, kanseri de önlediğini gösteriyor. Yapılan çalışmalar fiziksel aktivitenin hormonlarımızın sağlıklı bir seviyede kalmasına yardımcı olabileceğini gösteriyor. Bu önemli birşey, çünkü bazı hormonların yüksek düzeyde bulunması kanser riskini arttırıyor.

Fiziksel aktivitede bulunarak ayrıca bağışıklık sisteminizi güçlendirebilir, sindirim sisteminizin daha sağlıklı çalışmanızı sağlayabilir ve şişmanlamadan, daha fazla besin - ve kanserden koruyucu daha çok madde – alabilirsiniz.

Ağır fiziksel aktiviteye alışık değilseniz, her gün 30 dakika kadar hafif aktiviteler yapmaya çalışın – unutmayın ki bu hiçbir şey yapmamaktan iyidir. Hedefinize yavaş yavaş ulaşmayı deneyebilirsiniz. Kısa süreli aktiviteler de faydalıdır. (Önemli olan hareket ederek geçirdiğiniz toplam süredir.)

Araştırmalar, daha çok fiziksel aktivite yapmanın şişmanlamaya karşı çok faydalı olduğunu gösteriyor. Bilim adamları, günde 60 dakika hafif aktivite veya 30 dakika daha ağır aktivite yapmamızı öneriyor.

Hafif ve Ağır Aktiviteler

Hafif aktiviteler, kalp atışlarınızı hızlandıran ve daha derin nefes almanızı sağlayan hareketlerdir; örneğin tempolu yürüyüş yapmak.

Ağır aktiviteler; kalp atışlarımızı arttırarak vücudumuzu ısıtan, bizi terleten ve nefessiz bırakan hareketlerdir.

3. Şekerli içeceklerden uzak durun. Enerji verici yiyeceklerin tüketimini azaltın (özellikle ilave edilmiş şeker oranı fazla; veya lif oranı düşük; veya yağ oranı yüksek, işlenmiş yiyecek tüketimini)

İşlenmiş karbonhidrat ve ilave edilmiş şeker ve yağ oranı yüksek (enerji verici gıdalar) yiyecek ve içecekler yerine sağlıklı olanları tercih etmek; aşırı kilo almanızı ve obeziteyi engelleyerek kanser riskini azaltabilir.

Enerji verici besinler hangileridir?

Çoğu besin bize enerji (kalori) verir fakat bazı besinler diğerlerinden daha kalorilidir. Enerji verici besinler genelde lezzet arttırıcı şeker ve yağ katkılı, işlenmiş besinlerdir. Bu yüzden de kalori miktarları fazladır.

Örneğin, 139.5 gr. çikolatada, aynı miktarda elmadakine oranla 10 kat fazla kalori vardır:
139.5 gr. çikolata = 520 kalori
139.5 gr. elma = 52 kalori

Eğer fazla miktarda enerji verici besin alıyorsanız, harcadığınız enerjiyi hesaplamak zor olabilir; çünkü az miktarda yemenize rağmen fazla kalori alırsınız. Enerji verici yiyecekleri arasıra veya az miktarda yemenizde sakınca yoktur; ancak bunları düzenli olarak tüketmemeye dikkat edin. Bu besinlerden uzak durursanız çok yiyerek az kalori alabilirsiniz.

Elma gibi enerji yoğunluğu düşük yiyecekler fiber ve su açısından zengindir. Çoğu sebze, meyve ve fasulyeler enerji yoğunluğu düşük besin kategorisine girer. Bu, bitkisel besinleri tercih etmeniz için bir diğer sebeptir.

Şekerli içecekler ve kilo almak

Uzman Raporu, şekerli içecekleri sık tüketmenin şişmanlattığını söylüyor. Bu içecekler, kolayca yüksek miktarda tüketilebilir ve fazla kalorili olmalarına rağmen doygunluk hissi yaratmaz. Bu içeceklere örnek: kola gibi meşrubatlar ve meyve suları. Bu içeceklerden uzak durmalıyız.

Su en iyi alternatiftir. Şekersiz kahve ve çay da sağlıklı seçeneklerdir. Günde en az 5 kere sebze ve meyve tüketilmesini öneriyoruz; meyve suyu, bu öğünlerden birinin yerine tüketilebilir; ancak fazla şeker içerir. Günde bir bardaktan fazla tüketilmemelidir.

4. Sebze, meyve, tahıl ve fasulye gibi baklagilleri bolca tüketin

Dietimizi fiber ve diğer besinler açısından zengin olan sebze, meyve, tahıl ve baklagillerden oluşturmamız kanser riskini azaltır.

AICR, sağlıklı olmak için öğünlerimizi sebze, meyve tahıl ve baklagillerden oluşturmamızı öneriyor. Tabaklarınızın en az 2/3’ünü bu besin türleriyle doldurmaya dikkat edin.

Araştırma gösteriyor ki sebze ve meyveye dayalı bir beslenme; ağız, yutak, gırtlak, yemek borusu, mide, akciğer, pankreas ve prostat kanserleri dahil olmak üzere birçok kanser türünden bizi koruyor. Bunun birçok sebebi var. Bitkisel besinler, vücudu sağlıklı tutan ve bağışıklık sistemimizi güçlendiren vitamin ve mineraller içermeleri yanında, hücrelerin kansere yol açabilecek hasarlar görmesini engelleyen bazı bioaktif kimyasal maddeler de barındırırlar.

Lifli yiyecekler de kanser riskini azaltır. Buğday ekmeği, yulaf, sebze ve meyveler bu besinler arasındadır. Lifli yiyeceklerin sindirim süresini hızlandırması yanında birçok yararı daha olduğu düşünülmektedir.

Bu tür besinler, çoğu düşük kalorili olduğundan, kilomuzu sağlıklı bir seviyede tutmamıza da yardımcı olur.

5. Kırmızı et (sığır eti, domuz eti, kuzu eti gibi) ve işlenmiş etlerden uzak durun

Kanser riskini azaltmak için, tükettiğiniz kırmızı et (sığır eti, domuz eti, kuzu eti gibi) miktarı haftada 558 gramı (pişirildikten sonraki miktar) geçmemeli ve domuz pastırması, salam, sosisli sandviç ve sucuk gibi işlenmiş et ürünlerinden uzak durun.

Kırmızı etle kastedilen; sığır eti, domuz eti, kuzu eti, -hamburger, biftek, domuz pirzolası ve kuzu rostosu gibi yemeklerdir. İşlenmiş et ile kastedilense; ilaçlanarak veya tuzlanarak veya ek korumalarla saklanan et türleridir. Örneğin; domuz pastırması, pastırma ve salam, ayrıca sosisli sandviçler ve sucuk.

Uzman Raporu’nun kırmızı et tüketiminin kalın bağırsak kanserine sebep olduğuna dair bulgusu ikna edicidir. Bugün bu bulgu, 1990’ların ortalarında olduğundan daha güçlüdür. Kırmızı et kolon kanseriyle bağlantılı maddeler içerir. Örneğin, kırmızı ete rengini veren heme-demirin kolonun iç kısmına hasar verdiği gösterilmiştir.

Çalışmalar, fazla kırmızı et tüketenlerin daha az sebze-meyve tükettiklerini; dolayısıyla bu besinlerin kanserden koruyucu özelliklerinden daha az yararlanabildiklerini de gösteriyor.

İşlenmiş etlerin de kolon kanseri riskini arttırdığına dair yeterli bulgu vardır. Uzman heyeti, kırmızı etin daha az tüketilmesini ve işlenmiş etlerden kaçınılmasını öneriyor. Çalışmalar, haftada 558 gramı geçmeyen bir kırmızı et tüketiminin kanser riskini arttırmayacağını gösteriyor. Bu risk, işlenmiş et tüketilen ilk öğünle çoğalmaya başlıyor.

Tuzlanarak, ilaçlanarak veya ek korumalarla saklandığında, ette kanserojen maddeler oluşabiliyor. Bu maddeler hücrelere zarar vererek, kansere yol açabiliyor.

Kanserden Korunma Önerileri - 2.Bölüm

Bu yazı KanseriTedaviEt.com'da yayınlanmıştır - Kanserden Korunma Önerileri - 1.Bölüm

Yazının devamı için tıklayın...

Tarama İle Yumurtalık Kanserine Erken Teşhis Konabilir

KanseriTedaviEt.com | Cuma, Mart 13, 2009 | 4 yorum »

Yumurtalık KanseriNew York Times'da 10.03.2009 tarihinde yayınlanan bu haberde, tarama (screening - herhangi bir belirti olmadan kişinin belirli bir hastalığı olup olmadığını anlamak için kullanılan yöntem) yöntemiyle yumurtalık kanserine erken teşhis konma olasılığının arttığından bahsediliyor. Ancak habere konu olan çalışma halen devam ediyor ve çıkan ön sonuçlar henüz kesin değil.

Saldırgan yumurtalık kanseri vakalarının sadece dörtte birine, daha tedavi edilebilecek durumdayken erken teşhis konabiliyor. Ancak büyük ve hala sürmekte olan bir çalışma, menepoz öncesi dönemdeki kadınların transvajinal ultrason taraması veya bir kan testi sonrası taramasından geçmeleri durumunda, kansere erken evrelerde teşhis konmasının daha olası (hastaların neredeyse yarısına, kanser pelivisin ötesine yayılmadan teşhis kondu) olduğunu işaret ediyor.

Her ne kadar sonuçlar geniş kapsamlı bir taramanın mantıklı olduğunu gösterse de, araştırmacılar sağlanan faydanın kesin olmadığı konusunda uyarıyorlar. Bu çalışmaya katılan kadınların çoğu, tarama testlerinde gereksiz cerrahi operasyonlara ve komplikasyonlara sebep olaran false positive (bir grup veriyi doğrulamak ve hatalı olanları ayıklamakla yükümlü bir uygulamanın, bir hatayı tespit edemeyip, hatalı verinin hatasız olanlarla birlikte geçişine izin vermesi) sonuçlar aldı, özellikle de sadece ultrason taraması olan kadınlar. Araştırmacılar ayrıca halen taramanın, yumurtalık kanserin ölümlerini azalttığına dair kesin bir kanıt bulunmadığını belirtiyorlar.

100.000 ingiliz kadın üzerinde yapılan tarama testinin ön sonuçları The Lancet Oncology dergisinde yayınlandı. Yapılan çalışmada CA125 tümör işaretleyicisi için tartışmalı bir kan testinin sonuçlarını yorumlayan karmaşık bir araştırma algoritması kullanıldı. Çalışmanın 2014 yılına kadar sürmesi bekleniyor.

University College London Kadın Sağlığı Bölümü ve bu çalışmanın yöneticisi Dr. Ian Jacobs şöyle diyor : "Bu çalışmayla daha belirti ortaya çıkmadan yumurtalık kanseri olan kadınların çok önemli bir bölümüne erken teşhis koymayı başardık, üstelik bu kadınların kayda değer bir kısmındaki kanserin bizim beklediğimizden de erken bir evrede olduğunu gördük."

Ancak Dr. Jacobs bu taramaları yaptırmak isteyen kadınların bu testlerin yarardan çok zarar getirme olasılığının da olduğunu bilmeleri konusunda uyarıyor ve ekliyor : "Bunun hayat kurtaracağını düşünmek için sebebimiz var. Ancak buradaki soru şu, gerçekten vereceği zararı dengeleyecek kadar fazla hayat kurtaracak mı ?"

Bu klinik çalışma, 2001 ve 2005 yıllarında arasında katılan 50 ila 74 yaşları arasındaki 202.638 kadını kapsıyor. Katılanların yarısı yumurtalık kanseri için tarama olmayan bir gruba rastgele seçildi. Diğer yarısı ise yine rastgele bir şekilde yılda bir kez transvajinal ultrason taraması ya da bir sonraki adımı ultrason taraması olan CA125 tümör işaretleyici kan testleri için seçildi.

İlk taramada 58 saldırgan kanser vakası teşhis edildi ve bunların 28 tanesi (yüzde 48) erken evrelerdeydi. Her iki tarama yöntemi arasında çok önemli bir fark yoktu. Yine de ultrason taraması gören kadınlardaki gereksiz cerrahi operasyon oranı oldukça yüksekti.

Amerikan Kanser Derneği kanser taraması direktörü Robert Smith böyle büyük klinik araştırmalarda ön sonuçların dikkatle yorumlanması gerektiğini söylüyor ve ekliyor : "Şu anda bu tarama testlerinin kadınlar üzerinde nasıl bir risk yarattığı konusunda neredeyse hiçbir şey bilmiyoruz."

Çalışma grupları sadece bir tane kan testi sonucunun ilerde yapılacak bir müdahele için yeterli olmadığı konusunda da uyarılıyor.

Erken evlerde genellikle belirti göstermeyen yumurtalık kanserine Birleşik Devletler'de her yıl 21.650 kadın yakalanıyor, ve 15.520 kadın bu hastalık nedeniyle hayatını kaybediyor.

Bu yazı KanseriTedaviEt.com'da yayınlanmıştır - Tarama İle Yumurtalık Kanserine Erken Teşhis Konabilir

Yazının devamı için tıklayın...

Kan Grubu ve Pankreas Kanseri

KanseriTedaviEt.com | Perşembe, Mart 12, 2009 | 0 yorum »

Pankreas KanseriReuters'den aldığım bu haberi yayınlamakta en başta biraz tereddüt ettim, ancak sonra araştırmanın detaylarını bulunca yayınlamaya karar verdim. Yapılan yeni bir araştırma pankreas kanserinin kan gruplarıyla ilişkili olduğunu gösteriyor. Araştırmaya göre kan grubu 0 olanların pankreas kanserine yakalanma riski daha az.

Araştırmacılar kan grubu 0 olan kişilerin pankreas kanserine yakalama riskinin daha fazla olduğunu, kan grubu B olan kişilerin ise riskinin en az olduğunu buldular. Bu çalışma en ölümcül kanserlerden biri olan pankreas kanserinin nedenlerini açıklamaya yardımcı olabilir.

Çıkan bulgulara göre 0 grubuyla karşılaştırıldığında, kan grubu A olanların pankreas kanserine yakalanma riski yüzde 32 daha fazlayken, kan grubu AB olanların riski yüzde 51, kan grubu B olanların riski ise yüzde 72 daha fazla.

Ulusal Kanser Enstitüsü Dergisi'nde yayınlanan bulgular, sağlık durumları 1970-80 yıllarından beri takip edilen 107.503 erkek ve kadına ait verilere dayanıyor.

Araştırmayı yöneten, Boston'daki Dana-Farber Kanser Entitüsü ve Harvard Medical School doktorlarından Brian Wolpin, bulguların bu hastalıkla uğraşan doktorlar ve hastalar için acil bir önem taşımadığı, ancak gelecekte hastalığın tespiti için gereken yöntemlerin geliştirilmesinde rol oynayabileğini söylüyor.

Wolpin, pankreas kanseri ve kan grubu arasındaki ilişkiyi gösteren bulguların hastalığın biyolojik mekanızmasına yeni bir bakış getireceğini söylüyor : "Pankreas kanserinin bilinen genetik faktörleri oldukça az. Ancak bu çalışma bize dokuzuncu kromozomumuzdaki bir genin belirlediği kan grubunun bu hastalıkla ilgili olabileceğini gösteriyor."

Wolpin "Bu bize dokuzuncu kromozomdaki kan grubunu belirleyen genin veya aynı kromozomdaki yakın bir genin önemli ve pankreas kanseri için kalıtsal bir faktör olabileceğini işaret ediyor" diye ekliyor.

Amerikan Kanser Derneği her yıl 34.290 Amerikalının pankreas kanseri yüzünden hayatını kaybettiğini ve Amerika'da kanser sebepli ölümlerde pankreas kanserinin dördüncü sırada olduğunu söylüyor.

Pankreas kanseri genelde çok hızlı şekilde şekilde yayılıyor ve birçok kişide cerrahi operasyon yapılamayacak kadar ileri duruma geldikten sonra teşhis edilebiliyor.

Bu yazı KanseriTedaviEt.com'da yayınlanmıştır - Kan Grubu ve Pankreas Kanseri

Yazının devamı için tıklayın...

Beyin KanseriCancer Research UK'in bugün yayınlanan habere göre Kanadalı araştırmacılar genellikler çocuklarda görülen bir beyin tümörünün gelişimi sırasında genetik olarak değişime uğrayan 8 tane gen tespit ettiler. Bulgular hastalığın tespiti ve tedavisine yeni yaklaşımlar getirebilir.

Kanadalı bilim adamları çocuk yaşlarda en sık rastlanan medülloblastom (medulloblastoma) isimli beyin tümorününü gelişimi sırasında 8 tane genin değişime uğradığını tespit ettiler.

Araştırmada sonuçları Nature Genetics dergisinde yayınlandı. Kanada Kanser Derneği Araştırma Enstitüsü direktörü Dr. Christine Williams'a göre bu bulgular oldukça ümit verici.

Araştırmacılar bozuk genleri farklı ülkelerden 200 çocuğa ait tümör örneğini analiz ettikten sonra teşhis ettiler.

Bu çalışmada tespit edilen değişime uğramış genlerin hiçbirinin daha önce kanserle ilişkili olabileceğinden şüphelenilmemişti.

Dr Williams bu keşfin daha iyi ve daha hedefli tedavilere öncülük edeceğini ve hayatta kalma oranını arttırarak daha az yan etki yaratacağını belirtiyor.

Kanada Kanser Derneği'ne bağlı Toronto Hasta Çocuklar Hastanesi'nde görevli pediatrik beyin cerrahı ve araştırmacı Dr. Michael Taylor'in açıklaması ise şöyle : "Bizim düşüncemize göre bu genler normal işlevlerini getirdiklerinde asıl rolleri, beyine zamanı geldiğinde büyümeyi durdurmasına söyleyen proteinleri üretmek. Ancak bu genler genetik olarak değişime uğradığında, beyin kansere doğru giden kontrol dışı büyümeye devam edebilir."

Dr. Taylor bilim adamlarının zaten bu tip proteinleri hedef alan ilaçlar üzerinde çalıştıklarını da ekliyor : "Ümidimiz bu tip ilaçlardan bazılarının medülloblastom tedavisinde etkili bir biçimde kullanılması."

Cancer Research UK yöneticisi Henry Scowcroft şöyle diyor : "Bu bulgular medülloblastomun sebeplerini anlamak için bizi bir adım öteye taşıyor. Umuyoruz ki bu deneyim bir gün yeni tedavilerin geliştirilmesine ve doktorların bu hastalığa yakalanma riski olan çocukları tespit etmesine yardımcı olacak."

Medülloblastom çocuklarda en sık rastlanan beyin tümörü. Her yıl İngiltere'de 0-14 yaş arası çocuklarda ortalama 51 medülloblastom vakası görülüyor.

Bu yazı KanseriTedaviEt.com'da yayınlanmıştır - Çocuklarda En Sık Görülen Beyin Tümöründe 8 Gen Değişime Uğruyor

Yazının devamı için tıklayın...

Tüm HaberlerCancer Research UK'de dün yayınlanan haberde; nanoteknoloji kullanılarak ilk defa sağlıklı hücrelere dokunmadan sadece kanserli hücrelere gen terapisi uygunlandığı ve başarı sağlandığından bahsediliyor. Gen terapisinin ileride daha da geliştirilerek kemoterapi gibi yan etkisi yüksek tedavilere alternatif olması bekleniyor.

Kanser Araştırması dergisinde online olarak yayınlanan bir çalışmaya göre, Cancer Research UK araştırmacılarının ilk defa geliştirdikleri bir tedaviyle tümörü parçalayabilen genler kanserli hücrelere yerleştirildi.

Araştırmacılar fareler üzerinde nanoteknoloji (Maddeyi atomik ve moleküler seviyede kontrol etme bilimidir. Genel olarak 100 nm ve daha küçük boyutta malzeme ve aygıt geliştirmekle ilgilidir. 1 nm, metrenin milyarda biridir) kullanarak çok küçük parçacıklar halindeki anti-kanser genlerini, sağlık hücrelere zarar vermeden, sadece tümördeki kanseri hücrelere yerleştirmeyi başardılar.

Nanoparçaçıklar halindeki genler kanserli hücreleye yerleştikten sonra, kanserli hücreleri öldürecek olan protein üretimini tetiklediler.

Bu çalışmada hücreler, bu proteini üretmeye zorlandı. Daha sonraki vücut taramalarında, farelerdeki sağlıklı hücrelerin bu tedaviden etkilenmediği görüldü.

Daha önceki çalışmalar, bu çalışmada kullanılar gen terapisi türünün, tümörleri küçülttüğünü ve farelere uygulanana bu tedavinin %80 oranında başarı sağladığını gösteriyordu.

Bu tür teknolojiler özellikle kanseri beyin ve akciğer gibi önemli organlara yayılmış olan ve bu yüzden operasyon geçiremeyecek hastaların tedavisi için kullanılabilir. Bu tür kanseri olan kişilerin hayatta kalma oranları oldukça düşük.

Araştırmacılar bu çalışmayla direk olarak kanserli hücreyi hedef alan bir tedavi geliştirmeyi başardılar ve nanoteknolojinin yayılmacı özellik gösteren kanserlerin tedavisi için geliştirilebileceğini umut ediyorlar.

Cancer Research UK yazarlarından Dr Andreas Schatzlein şöyle diyor : "Gen terapisi güvenli ve etkili bir kanser tedavisi yaratma konusunda büyük bir potansiyel taşıyor. Ancak genleri kanserli hücrelere yerleştirmek bu alandaki en büyük zorluklardan biriydi. İlk defa nanoparçacıklar sadece kanserli hücreleri hedef almayı başardı ve bu gerçekten büyük bir adım.

Gen hücreye yerleştikten sonra kanserli ortamı farkediyor ve harekete geçiyor. Sonuç toksik oluyor, ancak sağlıklı dokuya dokunmadan, sadece hastalıklı hücrelerde.

Bu terapi klinik deneylere katılan kanser hastalarının tedavisi için birkaç yıl boyunca kullanılacağını umuyoruz."

Geneksel kemoterapi vücuttaki kanserden etkilenmiş olan bölgedeki hücreleri rastgele bir şekilde öldürür ve bitkinlik, saç dökülmesi ve bulantı gibi yan etkilere yol açar. Gen terapisinin sadece kanserli hücreleri hedefleyerek daha az yan etkiye yol açması umit ediliyor.

Cancer Research UK direktörlerinden Dr. Lesley Walker şöyle diyor : Bu sonuçlar cesaret verici ve umarız bu yöntem kanser hastalarının tedavisinde kullanılır. Gen terapisi araştırmanın heyecan verici alanlarından biri, ancak kanserli hücrelerdeki genetik değişimi hedef almak şimdiye kadar bizi en zorlayan şey olmuştu. İlk defa bir çözüm sunmayı başardık, bu çok heyecan verici bir haber."

Bu yazı KanseriTedaviEt.com'da yayınlanmıştır - Nanoteknoloji ve Gen Terapisiyle Sadece Kanserli Hücreler Hedef Alındı

Yazının devamı için tıklayın...

Cilt KanseriUlusal Kanser Entitüsü'nün haberine göre, SOX9 isimli bir protein ölümcül bir cilt kanseri olan melanomun, birçok kanser tedavisinde de kullanılan retinoik asite olan direncini artırıyor. Bu yeni bulgu melanomun tedavisine yeni bir yaklaşım getirebilir.

Yeni yapılan bir araştırmayla bir cilt kanseri türü olan melanomun gelişmesinde ve yayılmasında bir proteinin önemli bir rol oynadığı ortaya çıktı. SOX9 isimli bu proteinin normalden fazla olması, melanom hücrelerinin birçok farklı kanser tedavisinde de kullanılan retinoik asite olan direncini arttırıyor. SOX9 proteinin oluşumunu tetikleyerek retinoik asite olan duyarlılığı arttırmak melanım ve diğer kanser türlerinin tedavisine yeni yaklaşımlar getirebilir. Ulusal Kanser Enstitüsü (NCI) araştırmacıları tarafından yürütülen araştırma Klinik Soruşturma Dergisi'nde 09.03.2009 tarihinde online olarak yayınlandı.

Melanosit denen hücrelerde başlayan melanom, en ölümcül cilt kanseridir. Melanom tedavisinde şu anda radyoterapi, kemoterapi yada kanserin büyümesini engellemek için bağışıklık sistemini canlandırma gibi geleneksel yöntemler kullanılıyor.

NCI'nin baş yazarlarından Dr. Thierry Passeron şöyle diyor : "Ne yazıkki çoğu vakada bu tür yöntemler hastalığın tedavisinde işe yaramıyor. Birkaç kan kanseri türünde retinoik asit tedavide etkili oluyor. Ancak melanom gibi birçok güçlü kanser türü, retinoik asite direnç gösteriyor."

SOX9 proteini; beyin, kalp ve böbrekleri de içeren farklı dokularda ortaya çıkan bir transkripsiyon faktörüdür. Transkripsiyon faktörler, gen oluşumunu kontrol eder ve bunun ötesinde biyolojik süreçlerde anahtar regülatörler olarak işlev görürler. Daha önceki bir çalışmada araştırmacılar SOX9 proteinin; melanositlerin yetişkin özelliklerinin ayrımında ve kazanımına ek olarak insanlardaki melanom hücrelerinin çoğalmasının önlenmesinde de önemli bir rol oynadığını göstermişlerdi. Lavobatuar ortamında büyütülen kanser hücleriyle yapılan bir diğer araştırmaya göre de retinoik asit, SOX9'un çoğalmayı engelleyici etkisi üzerinde bir rol oynuyor.

Yapılan çalışmadan araştırmacılar önce SOX9 proteinin normal insan cildi ve ben örnekleri üzerinde, birincil tümörlerde, ve diğer dokulara da yayılan metastatik melanom tümörleri üzerindeki oluşumuna baktılar. Araştırmacılar SOX9'un en fazla normal hücrelerde ortaya çıktığını ve kanser öncesi evreden en ileri evre kansere kadarki olan dönemde kademeli olarak azaldığını buldular.

Daha sonra araştırmacılar SOX9 genini insandaki melanom hücrelerine koydular. Yeniden yapılandırılan cilt örneklerini kullanarak içine SXO9 konan melanom hücrelerinin tümör haline geldiğini, içinde SXO9 konmayan hücrelerin ise tümörleşmediğini buldular. Benzer bulgular fareler üzerinde yapılan deneylerde de elde edildi.

Araştırmacılar daha sonra içine SXO9 yerleştirilen melanom hücrelerinin retinoik asite olan duyarlılığını belirlediler. Retinoik asit uygulandığında, içine SXO9 yerleştirilmeyen hücrelerle karşılaştırıldığında bu melanom hücrelerinin çoğalmasında belirgin bir düşüş gözlendi. Retinoik asite olan duyarlılığın, melanom hücrelerinde retinoik asiti bağlayan reseptörün represörü olarak bilinen PRAME proteininin az miktarda üretilmesinin bir sonucu olduğu görüldü.

Sonraki aşamada araştırmacılar SOX9 proteinin etkileştirilmesinin veya melanom hücrelerindeki oluşumunun artırılmasının mümkün olup olmadığını bulmaya çalıştılar. Daha önce Prostaglandin D2 (PGD2) isimli, vücutta doğal olarak oluşan bir molekülün, testis kanseri hücrelerinde SOX9 proteinini etkinleştirdiği görülmüştü. Araştırmacılar PGD2'e maruz bırakılan melanom hücrelerinde de ileri derecede SOX9 etkinliği olduğunu gördüler. Melanoma tümörlü fareleri de sadece PGD2'nin kimyasal olarak oluşumuna yol açan bir maddeyi, sadece retinoik asit veya her iki bileşeni beraber verdiler. Her iki bileşenin beraber kullanıldığı tedaviyle, bileşenlerin tek başına kullanıldığı tedavilere göre tümörlerde daha fazla küçülme elde edildi.

NCI araştırmacılarından Vincent Hearing şöyle diyor : "Bu araştırma melanomun gelişimde ortaya çıkan hücresel değişimlere yeni bir bakış ve tedaviye yeni bir yaklaşım getiriyor. Modelimizi kullanarak, SOX9'un tetiklenmesi için retinoik asitin bileşenlerinin hangi şekilde ve hangi kombinasyonla kullanılmasının en uygun olduğunu tespit etmeye çalışacağız. Hedefimiz bu hastalıkla savaşan insanları tedavi etmek olduğundan sıradaki klinik adımlar, insanlarla yapılacak olan 1. ve 2. safha çalışmaları olacak."

Bu yazı KanseriTedaviEt.com'da yayınlanmıştır - SOX9 Proteini, Melanom Tedavisine Yeni Bir Yaklaşım Getirebilir

Yazının devamı için tıklayın...